Fazıl Say’dan Bahsederken “ama” Dememek Gerek

İnanın üşenmedim, sadece bazı konuların tozu silkelendiği zaman onlara değinmeyi seviyorum. Yoksa hepimiz biraz tepkiseliz, hepimiz biraz çabuk sinirleniyoruz. Fazıl Say meselesi, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda ne ilk falsomuz, ne de son falsomuz olacak. Bu en az bir bin yıl falan böyle gider, zira artık bu topraklarda insan gibi yaşayabileceğimiz günlere inanmak da mümkün değil. Bu topraklar böyle, bakın insanlar demiyorum.

Başlıktaki meselenin, yani Fazıl Say’ın 10 ay hapis cezasına çarptırılmasının (denetimli serbestlik olsa da, ki buraya da döneceğiz) birçok falsosu var. Önce şahsın Twitter üzerinden paylaştığı şeylere bakalım:

Ömer Hayyam’a ait olduğu iddia edilen bir rubai.

“Nerede vs. vs. vb. vs. vb. var, hepsi Allahçı. Bu bir paradoks mu?” ifadesi.

İki paylaşım da şahsın kendisinden değil. RT edilmiş. Yani başkasının yazdığı bir şey paylaşılmış. RT ciddi bir mesele değildir, bu yüzden işinden, çevresinden, vs.sinden korkan kişi profilinde özellikle belirtir: “RTler her zaman benim görüşümü belirtmeyebilir” diye. Fazıl Say’ın suçlu bulunduğu ikinci ifadeyle ilgili savunması şöyle: “Komik buldum, paylaştım.” Allah yok, din yalan diyen karikatüristin bile yargılandığı, yani Allah yok demenin suç olarak görüldüğü bu ülkede şikayette bulunanlar da, davayı açanlar da, suçlu bulanlar da, belki onaylayacak olanlar da kim biliyoruz. Falsolara gelelim:

Davayı açan savcı ve hesabı kesen hâkim büyük ihtimalle (“kesinlikle”ye yakın bir büyük ihtimal bu) Müslüman idiler. Yani ortada Müslüman vatandaş topluluğuna karşı işlenmiş bir suç olduğu düşünüldüğüne göre, yapılan yargılamanın veya dava sürecinin tarafsız ve adil şekilde yürümesi mümkün değil.

Anayasal ve kanunsal birkaç kanunumuz var ifade özgürlüğüyle ilgili. Mesela “halkın bir kesiminin benimsediği değerleri alenen aşağılamak”. Mesela bunun ayrımını nasıl yapıyoruz? Çok kişilerse aşağılayamıyoruz da, az kişilerse aşağılayabiliyor muyuz? Mesela babamın köyünde bir efsane anlatılır. Saçları örgülü dev bir yılanla ilgili. Tüm köy buna ciddi ciddi inanıyor. En azından iki üç camiyi dolduracak bir topluluk; ben bu yılanla ilgili muhabbetleri aşağılayamayacak mıyım, halkın bir kesimi benimsedi diye? Burada kastedilen “benimsenen” şey din olduğu için böyle yapılıyorsa, dindarla dinsiz arasında kanunsal bir eşitsizlik var demektir, bu da daha ciddi bir problem. Ancak durun, dahası da var. Mesela Alevilerin ibadet ettikleri yere eğlence yeri demek de suç mu? Başbakan yargılanacak mı? Zerdüştlükle ilgili görüşlerinden dolayı hakim karşısına çıkacak mı? Hani burada da inanç var? Eğer farklı inanç biçimlerine farklı davranılacaksa burada da eşitsizlik var.

Kuran’da inanmayanlar veya farklı şeylere inananlar için oldukça ağır, “anasına küfretsen daha iyiydi” denebilecek ifadeler yer alıyor. Şu linkteki yazıda; http://www.konseptdisi.com/agos-yanasmaciligi-sevan-nisanyan-ve-ateistlerin-anlatamadiklari/ bunlardan bir kısmını paylaştım. Kuran da yasaklanacak mı? İslam peygamberi veya Allah da yargılanacak mı? Halkın bir kesiminin benimsediği değerleri alenen aşağılamayı geçtim, şiddete çağıran, toplumdaki barış ortamını zedeleyen, ağır hakarete varan ifadeler var.

Netleştirilmesi gereken en önemli konu olabilir: Sünni-Müslüman değilseniz muhtemelen hiçbir şey yapmasanız, söylemeseniz bile Allah’a, peygambere küfrediyorsunuz. Küfür kavramının asıl manası bu. İslam’a göre ortada kesin bir gerçek var ve bu gerçeği inkar ediyorsanız kafirsiniz. Kafir olmayı kabullenebiliyorsunuz bazılarınız, biliyorum. Ama aynı kelime kökü işte. Sırf inanmıyorsunuz diye yobazın biri gelip “sen Allah’a peygambere küfreden bir pisliksin” diye saldırıda bulunabiliyor, ki çok örneğini gördük.

Kanunda yer alan şekliyle “toplumsal barışı zedeleyecek” bir eylem olduğunu söyleyemeyiz. Zira Fazıl Say ne yazarsa yazsın, milletvekillerimizden biri de dahil (Şamil Tayyar işte) herkes Say’ın annesinin nasıl bir genelevden emekli olduğuyla ilgili tahminlerde bulunuyorlardı. Fazıl Say bu olaydan önce de sonra da sürekli küfür yedi, sürekli ölüm tehditleri aldı, sürekli kişilik haklarına müdahale edilmeye çalışıldı. Bunları yapanlar ismi cismi belli olan insanlardı, onlarla ilgili bir işlem yapıldı mı? Mesela Fazıl Say’a açık ve net şekilde “orospu çocuğusun” diyen Şamil Tayyar’la ilgili ne yapıldı? Kısacası hem adamı konuşturmuyorsunuz, hem de kültürel Müslüman tabiriyle kendisindeki “peygamber sabrını” görmezden geliyorsunuz. Bir kere bu dava özelinde Fazıl Say “ateist olduğunu söylediği için” yargılanmamış olabilir, ancak yine “ateist olduğunu söylediği için” başına gelmeyen kalmadı. Takip etmiyorsunuz, Twitter’ın nasıl bir yer olduğunu bilmiyorsunuz, o başka. Bir insana binlerce kişi sürekli saldırır, binlerce kişi bir insanı sürekli ölümle tehdit ederse o insan bir şekilde bu sıkıntısını dışa vuracaktır. Ben de bir insana sürekli bu şekilde baskı yapsam ve o insan normalde suç sayılabilecek sert bir tepki verse, “adam bir noktada haklı, ağır tahrik var” derim. Bunu görmemeniz mümkün değil. Ek olarak “aynı insanlar” bana da sarmıştı bir ara, dava süreci devam ediyor. Belli bir şahsın ismini anmaya çekinir olduk. Şimdi de anmıyorum, çünkü dava devam ediyor. Justin Bieber diyelim bu kişiye. Mesela “Justin Bieber’ın kravatı da çok güzelmiş” yazsam, twit altında onlarca ayet buluyorum. Azıcık bir yorum yapsam, “dikkatli konuş, biraz daha ileri gidersen savcılıkta görüşürüz” twitleri. Aynı insanlar, sapık gibi bilgisayar başında bekleyip en azından “ifade verdirecekleri” kişiler arıyorlar. Şikayet ediyorsun, hesabı kapanıyor, beş dakika sonra başka hesapla bulaşıyor. Bir insan suç işlemiyorsa bile, sürekli bu taciz altındayken patlaması işten bile değil. Hakim beyler bu meseleyi göz önünde bulundurdular mı acaba? Yani var demiyorum ama, sadece ihtimal söylüyorum ama, insanları bir şekilde bezdirip tepki alarak belli çıkarlar sağlamak isteyen ya da en azından insanları tırsıtmak isteyen koca bir mafya olma ihtimalini düşündüler mi? Bence böyle bir “ihtimal” var.

Denetimli serbestlik normal bir ülkede bir ıslahat yöntemi olarak kullanılabilir. Bizim ülkemizde başbakanı protesto etmek bile suç olduğu için denetimli serbestlik “beş yıl ağzını kapat, gölgenden bile kork, sesini bile çıkarama” anlamına geliyor.

Sorun şu ki Fazıl Say’ın mahkûm edildiği bu suç bir düşünce suçu. Sonrasında ise ifade suçu… Direkt ve somut fiziksel zarara yol açmadığı sürece insanların “söylediklerinden” veya “yazdıklarından” dolayı yargılanmalarını da mantıksız buluyorum. Ama Amerika’da değiliz, Türkiye’deyiz. Fazıl Say konusunda “ama”lara da karşıyım. Fazıl Say’ın herhangi bir insandan hiçbir farkı olmamalı kanun önünde. Yani ortada bir haksızlık var ve büyük bir sanatçıya yapılmış bir haksızlık var diye “millet sanatçısını el üstünde tutar, biz yıkmaya çalışıyoruz” edebiyatı yapmak mantıklı olabilir; ancak normal bir durumda “bari sanatçıya yapmayın” demek mantıksız. Başka bir “ama” da Say’ın siyasi çapı ve görüşleri. Hak savunacaksak sapına kadar, herkes için savunmamız gerekiyor. Savunurken “ama çok saçmalıyor” deme hakkımız var, ama dediğimiz zaman mantıksız oluyoruz. Bunu görmek gerek. Saçmalıyor olabilir, bize göre çok manasız, saçma, iğrenç bir şeyi de savunuyor olabilir, ama bunun “konumuzla” alakası yok.

Yukarıda verdiğim örneklerin arasındaki linke lütfen göz atın. Aynı “Türk adaleti mantığıyla” Kuran’ı da yasaklamamız gerekiyor. Fazıl Say söylemiyle inananları bir kere aşağılıyorsa, Kuran yüz kere, bin kere aşağılıyor. Üstelik Kuran bunu sistemli bir şekilde, kitleleri peşinden “direkt” sürükleyerek, ilahi bir emirle yapıyor. Yani aynı mantıkla Kuran çok daha tehlikeli. Siyasetçilerin birbirlerini destekleyen, sürekli Say’a çakan açıklamaları ise “toplumun bir kesiminin benimsediği” yargının bağımsız olmadığı görüşünü gitgide daha da haklı çıkartıyor. Özellikle Egemen Bağış gibi devlet adamlarının açıklamaları adalet sistemiyle ve kavramıyla ilgili bir olayı yorumlamak şeklinde değil de, “nasıl çaktık” şeklinde gelişiyor. Yani AKP bir şekilde taraf olduğunu kabullenmiş gibi. “Bak, böyle yaparsan böyle olur, oh olsun” seviyesinde açıklamalar geliyor her gün. Sanki birileri birilerine bir şeyler tembihlemiş, diğerlerine “bak uyarıyorum” demiş, sonra da uyarıda bulunduğu şey kendi eliyle gerçekleşmiş de tavır koyuyormuş gibi bir hava var.

Burayı dikkatli okuyun:

Her makarna yemektir demek ile, her yemek makarnadır demek arasında ciddi bir fark vardır. Bu farkı anlamak için 30 üstü IQ gerekiyor sadece. Yani benzer ama tersten bir olaya gelelim: her el-Kaideci Müslümandır demekle, her Müslüman el-Kaidecidir demek arasında ciddi fark vardır. Zira her el-Kaidecinin Müslüman olması normaldir, zira el-Kaide İslam’dan yola çıkmış bir terör örgütüdür. Bizdeki durumda ise Fazıl Say “nerede el-Kaideci var, hepsi Müslüman” benzeri bir şey söylemişken, “nerede Müslüman var, hepsi el-Kaideci” benzeri bir şey söylemiş muamelesi görmüştür. Toplumsal düzenimizi, adalet kavramımızı emanet ettiğimiz kişilerin ilkokul öğrencilerinin kurabilmeleri gereken mantığı ne düzeyde kurabildiklerine de örnek olsun bu açıklama.
Hâlâ anlayamayan varsa (ki yoktur sanırım ama yine de…) direkt olay üzerinden gideyim:

Türkiye’nin önemli bir kısmı Müslüman. Gerçekçi olursak bu orana %85-90 diyebiliriz. Hadi her on kişiden dokuzu diyelim. Çok çok büyük, milyonlarla ifade edilen bir topluluğun alt topluluklarının da benzer özellikler göstermeleri beklenir. Yani çoğunluğu Müslüman olan 75 milyon kişilik bir topluluğun içinden rastgele iyi insanlar seçseniz de çoğunluğu Müslüman çıkar, rastgele kötü insanlar çekseniz de çoğunluğu Müslüman çıkar. Bu bağlamda Fazıl Say’ın komik bulup paylaştığı şey aslında bir noktada mantıklıdır. Tüm buralara kadar “Allahçı” ifadesinin “Müslüman” manasında kullanıldığı kabulüyle yola çıkıyoruz, zira hâkimler, savcılar öyle değerlendirmişler. Eğer bu şekilde kullanılmadıysa zaten verilen ceza manasızlaşıyor, ki biz burada cezayı eleştiriyoruz. Neyse… Şimdi bir araştırma yapın bakalım. Tüm hapishanelerden nüfus bilgilerini alabildiğiniz mükemmel bir araştırma hayal edin. Tüm hırsızların nüfus cüzdanlarının din hanesine bakın. Çoğunluğunun nüfus cüzdanındaki din hanesinde “İslam” yazdığını göreceksiniz. Üç gram beyni olan birinin anlayabileceği gibi burada “Müslümanların hepsi hırsız” veya “İslam hırsızlığa yönlendiriyor” gibi bir mantık kurmak saçma olur. Bu hayali araştırma sonucunda ulaşacağınız tek nokta “hmm, ülkenin tamamında durum böyle, inançla direkt alakalı bir durum değil” olacaktır. Yani “tekrar ediyorum”, yakalanan ve mahkûm edilen hırsızların çoğunun Müslüman çıkması dinsel bir mesele değil, demografikle alakalı bir meseledir ve o 75 milyonluk topluluğun çoğunun Müslüman olmasından kaynaklanır.

Fazıl Say, en barışçıl ifadesiyle dinle ters düşmek suçundan mahkum edilmek üzeredir. Bu suç kanunlarımızda yazmamaktadır, iliklerimizde yazmaktadır. Hrant’ın başka bir konuyla ilgili dediği gibi artık bu zehirli kanı atmamız gerekiyor. Toplumun çoğunluğunun ait olmadığı “değerlere” ait olan insanlarla birlikte yaşadığımızı anlamamız gerekiyor. İnanmamanın, Müslüman perspektifiyle “inkar etmenin” laik ve demokratik olduğu iddia edilen bir ülkede modern manada “küfretmek” anlamına gelmesi çok mantıksız. Eğer “küfretmek” ifadesine asıl manasıyla yaklaşacaksak şeriat ülkesi olalım çıkalım. Ülkenin en güzel eğlence merkezinde oturup içilecek masa bırakmayan, Sünni-Müslüman din adamları geçinsin diye inanandan da inanmayandan da ciddi vergi koparan devlet, daha ne kadar derine inecek acaba? Devleti geniş düşünün, adaleti de içine alın. Zira bilimsel manada sağlığa zarar verecek yükseklikte ezan sesi veren “cami yetkilileriyle” ilgili şikayette bulunan akademisyenin ölüm tehditleri aldığı bir ülkede savcının “ezan sesi rahatsız edici olamaz” şeklinde yorumda bulunduğunu da biliyoruz. Yani adaletimiz bile “herkes NET Müslüman ve her yorumu İslam’a göre yapmalıyız” şeklinde işliyor.

Son on yıldır Avrupa Birliği’nin adını bile nadiren duymamızın da sebebi bu. Artık bazı insanlar o kadar cesaretlendiler ki, zaten her şeyi yapabiliyorlar, bir de her şeyi yapabildiklerini gözümüze sokmaya çalışıyorlar. İnsanda azıcık insaf olur. Filmdeki gibi, kaputu açtın, aküyü niye çalıyorsun? Hani kaputu açtın zaten, açıp bir de aküyü çalmayaydın iyiydi. Sırf doğuya olan sevgilerinden veya düpedüz “inançlarından” dolayı AB’ye tepkili olup sikko sikko birliklere katılmamız gerektiğini teklif eden arkadaşları da görüyoruz. Onları bilmiyorum ama, madem siz-biz noktasına geldik, işte “biz” bu yüzden AB’de olmayı istiyorduk ve AB’de olamadığımız için işte bu yüzden üzülüyoruz. AB’deki bir ülkede insanlar çıkıp protestolarını yapabiliyorlar, on yıl, yirmi yıl hapse tıkılma korkusu yaşamadan. AB’deki bir ülkede insanlar düşüncelerini rahatça ifade edebiliyorlar.

Çok uzatmadan bitireyim: İşte bu yüzden. Ne kişi başına düşen gelir (ki bu da ayrı bir problem), ne finansal stabilite, ne politik konum AB’ye katılmak için etkili. AB insanların insan gibi yaşamaları gerektiğine bir noktada inanmış insanlarla dolu. Bunu dışında mantık dışı bazı kriterleri olduğunu düşünüyor olabilirsiniz (Hıristiyan birliği olması gibi). Ve hatta “belki” bu kriterler gerçekten de varlar, ancak bu kriterler olmasaydı bile Türkiye oraya giremeyecekti. Çünkü toplum olarak insanca yaşamaya alışkın olmadığımız gibi, devlet olarak toplumun insanca yaşaması için hiçbir şey yapmıyoruz. Aksine “ben istedim oldu”cu, faşist rejimleri andıran politikaları takip ediyor, yanımızda olmayan kim varsa karşımıza alıyoruz. Türkiye’nin oraya girememesinin tek sebebi insan haklarına vermediği değer, özgürlüklere sağlamadığı alan olmasa bile, vermezse, sağlamazsa, diğer sebepler ortadan kalksa bile giremez arkadaşlar. Bunu bilir bunu söylerim.

Sonuç: AB’ye sittin sene giremeyeceğimizi bildiğimiz ve başka planlar peşinde koştuğumuz için AB ile ilgili reformlara, yapılanmalara eskisi kadar ağırlık vermiyoruz. Ama yine de “Türk usulü” davranıp “aslında yarın istesem yarın girerim” kabadayılığında ısrar ediyoruz. YOU SHALL NOT PASS.

Bu yazı 21 Nisan 2013 tarihinde KD Dergi‘de yayınlanmıştır. Orijinal metne buradan ulaşabilirsiniz.


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.