Böyle Devam: Mantığımı, Ciğerimi Söktünüz

Kötü niyetli insanlarla, özellikle internet üzerinden muhatap olmayı geçtim, bu kişilere maruz kalmaya bile dayanamadığımdan, eğer gerçekten illallah dedirtecek durumdalarsa kendilerini Twitter gibi ortamlarda blokluyorum ki retweetleri dahi görmeyim. Bunlar arasında şimdiye kadar burç paylaşımları, milletin vazgeçemediği özlü söz, güzel söz paylaşımları vardı. Artık Yıldıray, Hilal, Bengisu, Merve Şebnem falan var ki, gerçekten maruz kaldığımda beynim yanıyor. Bugün Reşat Çalışlar sağ olsun bir yazısını paylaşmış (yaktın beni Reşat), acaba günlerdir yaşananları görüp azıcık sağduyu kazanabilmiş mi diye baktım Merve Şebnem adlı şahsın sitesine. Aynı hikaye.

Hatun bizdeki olayları İngiltere’deki Blackberry Ayaklanması’na benzetmiş ve şunu demiş: Cameron bunlara “çapulcu” dediğinde kimse itiraz etmedi ve halk başbakanının yanında oldu. Erdoğan onun kadar güçlü değil mi?” Eyvallah. Biliyorum bayılıyorsunuz böyle benzetmeleri yapmaya ama iki olayı kısaca karşılaştırıp yorum yapmadan önce “iki ülke” arasındaki en önemli farka gelelim: İngiltere’de hukuk var, Türkiye’de yok. En önemli ikinci fark: İngiltere gerçekten güçlü, biz sadece güçlü olduğumuzu zannediyoruz, ya da vatandaşımıza karşı güçlüyüz diyelim.

enhanced-buzz-14185-1370517029-5

Olayın Blackberry Ayaklanması diye adlandırılmasının sebebi polisin bir genci sokak ortasında vurması sonucu bir hınçla başlayan ayaklanmanın Blackberry Messenger üzerinden “örgütlenmesi”dir. Yani belli bir amaç üzerinde düşünen insanlar bilinçli şekilde bir ağ oluşturmuş ve bunun üzerinden sistemli planlar yapmışlardır. İki olayın benzetilebileceği tek öğe başlangıcındaki polis şiddetidir ki, Britanya dahilinde sokaktaki polislerin çoğu silah bile taşımaz. Bununla birlikte bu tarz ayrımcılık olayları genelde birkaç ırkçıya mahsus münferit olaylardır. Yani orada o sırada bizdeki kadar bunaltılmış, sindirilmeye çalışılan bir halk olmadığı gibi, bizdeki kadar coşkun bir polis gücü yoktur. Ayaklanan insanlar çeşitli raporlara göre ilk gün 14 sivili, olayların sonunda ise toplamda 200′e yakın polis memurunu yaralamışlardır. En az yüz “sivil kişilere ait ev” kundaklanmıştır ve elli bine yakın işletme maddi zarar görmüştür. Yani bir zahmet Cameron çıkıp ateş püskürsün ve halk da onu desteklesin yahu. Bizdeki durumda en az iki kişi polis şiddeti nedeniyle, bir kişi de yoldan geçen bir faşistin aracıyla üzerinden geçmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Bir polis komiseri göstericileri bulunduğu alandan uzaklaştırma adına ekiplerini bir köprüde konuşlandırırken dengesini kaybedip düşmüştür. Türkiye Tabipler Birliği’nin açıklamasına göre düne kadar polis şiddetine bağlı 5000′e yakın yaralı olduğu ortaya çıkmıştı, ki bu dünkü Ankara olaylarının öncesindeydi. Bu yaralıların kayda değer bir miktarı “biber gazı fişeğinin direkt insan üzerine yakın mesafeden nişan alınıp ateşlenmesi” veya “plastik mermiyle kafaya nişan alınması” sonucu oluşan kafa travması, beyin zarı zedelenmesi, “göz çıkması”, kemik kırılması gibi şikayetlerle bu kurumlara başvurdular. Yine kayda değer bir kısmı yoğun bakım ünitelerinde, bazılarının durumu kritik. Yani bir zahmet Erdoğan çıkıp ateş püskürmesin, püskürdüğünde de halkı onun yanında değil, kendisinin yanında olsun.

Bir anda patlak veren ve ülke çapına yayılan bu kadar geniş kapsamlı hareketlenmelerde doğal olarak insanı “irrasyonel” kabul ediyoruz. İrrasyonel kitlenin kendine hakim olması yıllarca eğitim almış, aslında tam da bu olayları “yatıştırmak” için eğitilmiş kitlenin kendine hakim olmasından çok çok daha zordur. Bu nedenle bu irrasyonel kitlenin böyle, bu kadar körü körüne kışkırtma, taciz ve provokasyon altında yöneleceği en rasyonel tepki şiddettir. Yani Cameron ve masum İngiliz halkı çok haklıdır, ama gerçek çapulcular da içinde bulundukları sürü psikolojisi ile bir miktar haklıdır. Normal olan böyle muamele gören halkın sağı solu parçalaması, yakıp yıkmasıdır. Ülkemizde olan şey kesinlikle anormaldir ve belki toplumsal dinamiklerin karmaşıklığı nedeniyle ne sosyolojik, ne de psikolojik açıdan açıklayabileceğimiz bu durumu öpüp de başımıza koymamız gerekiyor. Türkiye’de tamamen mantık dışı bir şeyler oluyor ve bu kadar geniş kapsamlı barışçıl bir oluşumda şiddet tam anlamıyla “münferit” kalıyor. Buna karşılık bu münferit şiddet bahane edilerek tamamen mantıksızlık derecesinde barışçıl bu kitle polis saldırılarının ve Başbakan’ın ısrarla gaza getirmesiyle ortaya çıkan kalabalıkların hedefi oluyor. Ben tabii demiyorum ki “bu iş böyle olmaz, şiddete yönelin biraz”. Sadece içinde bulunduğumuz durum anormal ve bu anomaliyi sevgiyle kucaklamamız, başka bir ortamda olsa yanıp kül olacak ülkemizin yerinde durduğuna şükredip fazla iyi niyete kapılarak “ama polis/devlet ne yapsın” demememiz gerektiğini söylüyorum. Eğer bu kocaman, ülkenin birçok şehrine yayılmış olaylarda gerçekten bu kadar az şiddet olabiliyorsa zaten bu “hareket” elinden gelenin çok fazlasını, mantıksızlık derecesinde fazlasını yapmıştır, gerisi günlerdir insan katletmeye devam eden ve hiçbir yanlışında geri adım atmamakta ısrar eden devlete kalmıştır. Bu bağlamda artık “ama şiddet olayları görüyoruz, gösteriler amacını aştı bence, değersizleşti” demeyi gereğinden fazla gösterilmiş iyi niyete yoruyorum. Değersizleşmez, amacından sapmaz kardeşim. Sen Robocop’la, Transformers’la tişörtlü adamı bir tutmamayı öğreneceksin yavaş yavaş.

Haklarımızı bilelim:

Meşru müdafaa hakkınız bulunmaktadır. Yani biliyorum çok sevimli insanlarsınız, sizi gazlayan polise börek veriyorsunuz, çiçek veriyorsunuz ama, böyle bir hakkınız var. Meşru müdafaa şudur: sebepsiz, tahriksiz şiddete maruz kalıyorsanız “aynı ölçüde” ve “kendinizi korumak adına” karşılık verebilirsiniz. Bu iki tırnak içinde koşulun da karşılanması gerekiyor. Yani şudur: polis yerinde duruyorken taş atmanız suçtur; aynı şekilde siz yerinizde duruyorken polisin hiçbir sebebi olmadan, siz onu tahrik etmeden saldırdığı durumda yerden bir taş alıp atmanız kanunlar dahilindedir. Bu temelde meşru müdafaadan bile masum bir eylemdir, çünkü karşınızdaki zırhlı, teçhizatlı Robocop Aleyhisselam’a aynı ölçüde karşılık vermeniz teoride mümkün değildir.

Türkiye’de yaşadığımızı bilelim:

Saçmalamayın. Türkiye’de hak mı var, hukuk mu var? Birileri sizden dayak yeyip, gaz yeyip, öldürülüp yerinizde öyle durmanızı bekliyor. Bunu yanınızdaki arkadaşlarınız da bekliyor, onların hatrı için öyle durun; çünkü bu ülkede hak da hukuk da olmadığı için, – eğer polisi provoke etmediyseniz – kendinizi korumaya, hayatta kalmaya çalışmanız bile birilerini rahatsız edebiliyor. İnsanlar cam, çerçeve, araba falan düşünüyorlar. Yukarıdaki örnekleri size var olduğu söylenen haklarınızı bilin ve bunlara sahip çıkmanızın bile bazı “ılımlı”, “iyi niyetli”, “tarafsız” insanları rahatsız edeceğini görerek üzülün diye verdim. Yani durumdan da ümitsizim. Nitekim hak ararken haktan fedakarlık etmek de bizim ülkemizde ve bazı muz cumhuriyetlerinde var sadece. Biraz daha sabır, biraz daha dirayet, biraz daha orantısız insanlık lütfen; çünkü siz şiddete başvurmadıkça çıldırıyorlar, çileden çıkıyorlar ve sizi suçlayacak mantıklı hiçbir şey bulamıyorlar. Eğer elinizde silahsız, şiddetsiz bir savaş varsa, bu savaş böyle kazanılır.

Tarafsızlık meselesine çokça değinmiştim ama bir kez daha değinirim, umurumda değil. Şöyle bir ortamda, özellikle dikkatinizi çekerim, dün gelen bilgiye göre 5000′e yakın yaralının olduğu, bu yaralıların birkaçı hariç hepsinin polis şiddeti gördüğünün bilindiği bir ortamda tarafsız yorum yapmaya çalışmak kötü niyetliliktir. Taraf “halk”tır, “insan”dır. İnsana namlu doğrultan kişi insanlıktan çıkmıştır. Yine insanlık sizde kalsın ve espriye, geyiğe, orantısız sevimliliğe devam edin.

Ne de olsa,

Ağır tehditler altında

Espriye gülecek kadar

Samimi, güzel insanlarız lan

Biz de halkız

Biz de insan

KD Dergi – 8 Haziran 2013


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.