Muhafazakar Sanatsızlık

Her şey Cumhurbaşkanlığı genel sekreterinin muhafazakar sanat isteğiyle başladı, İskender Pala ile devam etti, ve Uçan Spagetti Canavarı’na ant içerim ki Yusuf Salman ile sona erecek. Daha da geriye, Gödel’e gidersek, tartışmaya yorum yapmamız için bazı kabullere sığınmamız gerektiğini göreceğiz. Emniyet kemerlerinizi bağlayınız.

Sanat, insanın doğaya bilinçli ve özgür şekilde kattığı şeydir. Yani teknik olarak AjdarErcik Kral ve Justin Bieber sanatçıdırlar. İster geleneksel, ister modern, ister post-modern sanattan bahsedelim, sanatın insanlığa bir şeyler aktarmak için kullanılabilmesi özelliğini görmezden gelemeyiz. Özellikle yirminci yüzyılda çıkan sanat akımlarında sanatın “illa ki bir şeyler aktarmak için” kullanılması gerekmediği görüşünü görüyoruz, ancak bahis konusu insanlık olunca, siz istemeseniz de o insan oradan o mesajı, düşünceyi, fikri alacak, ve bu sanat kavramının kendisiyle, tanımıyla veya amacıyla hiç mi hiç alakalı değil.

Muhafazakâr sanat olur mu? Evet, gayet de olur. Belki maalesef ki olur, sonuçta istediğimiz şeyi reddetme, beğenmeme, bir tehlike olarak görme özgürlüğüne sahibiz, değil mi? Aslında bu ülkede tam olarak değil. Muhafazakârlık insanın kendisini var olan “resmi” kurallar dışında başka kural ve değer yargılarıyla sınırlamasıdır. Sanat ise, her şey için kullanılabileceği gibi, sanatçının kendisini sınırlaması için de kullanılabilir. Ancak, sanat başkalarını sınırlamak için kullanılıyorsa veya devlet eliyle sanat eserinin üretim aşaması sınırlanıyorsa bunun adı faşizmdir. Faşist kelimesinin tanımı “kendi gibi olmayanı sınırlamak” olarak belirtilebilir bu anlamda.

Eğer sanatçı, başta belirttiğimiz gibi özgür ve bilinçli bir şekilde kendini sınırlıyorsa buna sonuna kadar hakkı vardır, ve istediği gibi bu sanat eserini veya bu sanat akımını takipçilerine yayabilir. Ancak, eğer sanatçı, özgür ve bilinçli bir şekilde kendi dışındaki insanları sınırlıyorsa veya sanatı bu bağlamda kullanıyorsa o sanatçı faşisttir.

Prof. Mustafa İsen’in belirttiği şekliyle “muhafazakâr sanatı yaygınlaştırmak istiyoruz” demek ise çok sıkıntılı bir durum. Devletin sanat akımlarını ve türlerini yaygınlaştırma gibi bir görevi olamaz. Devlet sanatın her akımına ve türüne imkân sağlamakla yükümlüdür. Devletin bir sanat akımını veya türünü ön plana çıkarma gibi bir görevi olamaz. Müsaadenizle buracıkta hemen Mustafa Akyol’a laf sokmak istiyorum. Devlet tiyatrolarının sanatçıların elinden çıkıp bürokratların eline geçmesi olayına kendisi “zaten şöyle bir sorun var, çoğumuz tiyatroya gitmeyen insanlarız, neden ben verdiğim vergiyle bilmem neredeki entelin, zenginin tiyatro biletini karşılayım?” şeklinde bir ifadede bulundu. Kendisinin daha sonra tiyatroyu veya genel olarak sanatı destekleyen vakıflar kurmak ve sanatı topyekûn devlet kontrolünden kurtarmak fikrini çok zihin açıcı bulduğumu ve aslında sonuna kadar desteklediğimi belirtmeliyim. Ancak eğer “şu an” bir şeyler yapılmak isteniyorsa mecburen vakıflardan değil, devletten medet ummak zorundayız bu konuda. Çünkü Türkiye’de birkaç kalburüstü vakıf veya kuruluş dışında sanata gerçekten maddi destek sağlayabilecek oluşumlar tam oturmamış durumdalar. Ve eşitlik meselesine geçmek durumunda kalıyoruz. Bu ülkenin vatandaşları olarak kendi kendimize karşılayamayacağımız bazı ihtiyaçlarımız olabiliyor. Hani mesela devlet tiyatrolarında biletler TL X olacağına TL 3X olsaydı o tiyatrolara gidemeyecek insanlar var tiyatro sevdalıları arasında. Sanat bir lüks değil, ihtiyaçtır, bunu anlamamız gerekiyor önce, ve bunun insanlığın diğer ihtiyaçlarıyla veya kimin bu ihtiyacı duyduğuyla alakası yoktur.

Bu konuyu “esansiyel ve lüks” bağlamında değerlendirmemek gerek. Bir devlet, sosyal devlet olmayı anayasasına veya kafasına koymuş olsun veya olmasın, vatandaşlarının daha iyi bir hayata sahip olmaları konusunda mümkün olan her şeyi yapmakla yükümlüdür. Dolayısıyla devlet fakiri orta halli, orta halliyi zengin yapabilmek için elinden geleni yapacaktır (çok basit ifade etmek gerekirse). Bunu aşevleri üzerinden açıklamak size çok acımasız gelebilir, ancak öncelikli çözümler insanların hayatlarını kurtarmaya yönelik olmayı gerektirmekle birlikte, kendi halinde yaşayabilecek konuma ulaşmış insanların daha iyi yaşam şartlarına ulaşmalarını desteklemek de ileride daha az evsiz insana, aç insana yol açacaktır. Bunu zenginler daha zengin olsunlar manasında söylemiyorum. Ancak, vakıfların yeterince gelişmediği bir ortamda onlarca yıl vakıf gelişmesini beklemek yerine bir yandan vakıf gelişimine yardımcı olmak, bir yandan da aç-açıkta olmayan ama hayatın bazı imkanlarından yararlanırken sıkıntı çeken vatandaşlara o imkanlar konusunda yardım sağlamak eminim ki ileride o insanların aç-açıkta olma ihtimallerini kayda değer şekilde azaltacaktır. Dolayısıyla, ben belki orta halli bir ailenin çocuğuyum ve aş evlerinden faydalanma ihtiyacı duymuyorum, ve dolayısıyla faydalanmıyorum, ancak ödediğim vergilerle veya kişisel olarak yaptığım bağışlarla katkıda bulunuyorum ve bundan memnunum. Ancak devletin görevi her ekonomik düzeydeki vatandaşları “daha mutlu” etmek olduğundan dolayı, vergilerimin tiyatroya giden, veya tiyatrolarda çalışan vatandaşlara da destek olmasından dolayı mutluyum. Ben kırk yılda bir tiyatroya giderim. Ancak sanatın ülkedeki genel konumu açısından, ve sanat eserlerine ihtiyaç duyan insanların bu ihtiyaçlarını tatmin edebilmeleri açısından tiyatroyu destekleme meselesini sonuna kadar desteklerim. Tabii ki öncelikli olarak yaşamı tehlikede olanlarla ve ihtiyaç duydukları şey sağlanamazsa bizden daha çok sıkıntı yaşayanlarla ilgileneceğiz, ama öncelikle onlarla ilgilenmemiz gerektiği gerçeği bizi toplumun diğer katmanlarıyla ilgilenmekten alıkoyacaksa, bu ilerde hem çok çok düşük gelir seviyesinden, hem de orta düzey gelir seviyesinden olan insanlar açısından daha büyük bir “kurtarma maliyeti yaratacaktır”. Ben en azından bir ekonomist olarak böyle görüyorum, Mustafa Akyol ne olarak ne görüyor şu an için pek ilgilenmiyorum.

Asıl konumuza dönersek, sanatı herhangi bir şekilde sanatsal eylemler dışında yönlendirmeye çalışmak sanatın tanımına ve içeriğine zarar verecektir. Bunu devlet eliyle yapmaya çalışmak veya böyle bir şeyin devlete direkt olarak bağlı bir insan tarafından dile getirilmesi ise devletin sınırlayıcı, yönlendirici bir üslup takındığını gösterir. Yukarıda da verdiğimiz sanat tanımına ve bu tanım üzerindeki maalesef yapmak zorunda kaldığımız kabullere göre, zaten bu şekilde ortaya çıkan eser sanat eseri de olamaz. Örneğin STV’deki televizyon dizileri sanat eseri olamazlar, çünkü sanatçı kendisine gelen talimata göre senaryoyu yazarken “ne yapsak da şu mesajı versek” veya “ne yapsak da başrol oyuncusunu imana getirsek” kaygısı güttüğü için eseri üretirken özgür değildir. Veya bir ressam elinde fırça ile dolaşırken ayağı kaysa ve fırçası duvara sürtülse, duvardaki o iz de sanat eseri olamaz, çünkü buradaki eylem bilinçli değildir.

Muhafazakâr sanatın var olma hakkını sonuna kadar destekleriz, aynen diğer akımların var olma haklarını desteklediğimiz gibi. Ancak önümüzde iki sıkıntı var. Birinci sıkıntı, muhafazakâr sanatın var olma hakkının devlet eliyle diğer akımların önleri kesilerek sağlanmaya çalışılması. Muhafazakar sanat varsa, ve olacaksa, diğerleri de olacaklar, bunun faşizme uzanmayan başka bir yolu yok. Muhafazakâr sanatın önü açılacaksa da bu diğer akımların önü kesilerek yapılamaz. İkinci sıkıntı ise muhafazakârlığın sanatı olumsuz etkilemesi sıkıntısı. Sanat sınırlarla veya kalıplarla değil, özgürlük ve bilinçle gelişen bir şey olduğu için, her ne kadar muhafazakâr sanat sanatın tanımı içine girse de, tüm sanat eserlerinin muhafazakâr olmaya yaklaştığı bir noktada artık ortaya çıkan şeylerin sanat eseri tanımını hak etmeleri çok mümkün gözükmüyor. Çünkü muhafazakâr sanat sanatçıyı sanat eserinin üretim aşamasında olmasa bile, bir sonraki eserin üretim aşamasında kısıtlamaya mahkûm. Bu yüzden teknik olarak muhafazakar sanat bir türde en fazla bir kere üretilebilir demek istemesek de, mecburen diyeceğiz. Dolayısıyla muhafazakar eserler üreten veya üretmek isteyen insanların sayılarıyla kısıtlı olacaklar, dolayısıyla muhafazakarlık akımı diğer şeyleri de uzun vadede kısıtlayacağı için, yeni bir akım bir şekilde üstün gelmedikçe ülke, veya uzun vadede dünya bazında sanat üretimi tamamen sekteye uğrayabilecektir.

O klasik tepkiyi vermezsek olmaz: tehlikenin farkında mısınız?

Mayıs 2012


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.