Daha İyisini Biz de Hak Ediyoruz

Batı dünyasının özeleştiri konusunda kendini geliştirmiş olmasından -biraz da olsa- kaynaklanan bir politik doğruculuk bebeğimiz oldu son yıllarda. ABD ve Avrupa’da düşünce ve ifade özgürlüğünün en önemli savunma alanları olması gereken üniversitelerde öğrenciler için “güvenli alanlar” oluşturuluyor, ve yetişkinliğe adım atmış insanlar “incinmesinler” diye tartışmalı konularda farklı yorumları olan konuşmacılar baskı ve yıldırma ile tartışmalardan uzaklaştırılıyor. Bu daha önce çok bahsettiğim bir konu olduğu için üniversite meselesinden ziyade kültürel rölativizm ve komüniter yaklaşımlardan bahsedeceğim.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarında ortaya atılmış kültürel rölativizm yaklaşımı, bireyin tutum ve davranışlarının, başkaları tarafından o bireyin kültürü üzerinden değerlendirilmesi gerektiğini savunuyor. Bu yaklaşımın problemi “kültür”ün homojen olarak algılanması ve çoğu zaman barbarlık apolojistleri tarafından meşrulaştırıcı bir yaklaşım olarak kullanılması. İkinci mesele ise toplulukçuluk. Toplulukçuluk, bireyin kimliği ve kişiliğinin çoğunlukla ait olduğu toplulukla (aile, toplum, vs.) geliştiğini savunan yaklaşım. Sosyal bilimlerde toplulukçu yaklaşımlar ise bir şeyleri değerlendirirken bireyin ve toplumun çıkarları arasında denge kurmayı gözetiyor. Bu da sorunlu, çünkü toplum, toplum olmasından mütevellit, rasyonel bir yapı değil, ve bir birey gibi kendisine etki eden her şeyi adım adım değerlendirme yetisine sahip değil. Bunun sebebi toplumun farklı görüş ve yaklaşıma sahip bireylerden oluşması.

article-1285694-09FBE41C000005DC-535_468x503
Eminim Önderlik (Sayın Flatley) de böyle düşünüyor.

Bu birliktelik, toplumun yalnızca herkesi ilgilendirme ihtimaline sahip yüzeysel, sığ meselelerle uğraşmasına ve irrasyonel sonuçlara ulaşmasına yol açıyor. Muhafazakar komşularınızın evinize girip çıkan arkadaşlarınızı dert etmesi mesela. Size ait, ya da sizi ilgilendiren evinize kimin girip çıktığının topluma, mahalleye etkisini göstermek mümkün değil, zira özel durumlar dışında öyle bir etki yok. Yine de bu, toplumun kodlarında var. Bireysel davranışları muhafazakar toplumla ilişkilendirerek anlamaya çalışmak, ya da bireysel hak ve özgürlükleri muhafazakar toplumun iddia edilen çıkarlarıyla dengelemeye çalışmak bu yüzden yanlış.

Bu iki -bana göre- hastalıklı yaklaşımdan bahsetmemin sebebi, birçok konuda Doğu’dan ileride olan Batı’nın damarlarında uzun süredir dolaşan bu hastalıkların yeni yeni kendini göstermeye başlaması. Barbar tutum ve davranışları sabit, çoğu zaman stereotipik kodlarla açıklamaya çalışan Batı, kendisini giderek Doğu’ya benzer bulmaya mahkum. Aynı batı, aynı sebeplerle Doğu’da kalmış azıcık umudu da yok etme tehlikesini ortaya çıkartıyor. Aşırıcı, irrasyonel, çoğu zaman insanlık dışı barbar görüşlerin salt kültürel çeşitlilik sevdası adına daha ilerlemeci, insancık görüşlerle aynı seviyedeymişçesine tartışılması bunun en acı örneği. Burada tabii ki kendini büyük ve ileri gören bir yaklaşım da var. Bizim için ölüm kalım meselesi olan birçok şey, pembe yanaklı Avrupalı için birer renk, birer çeşitlilik öğesi sadece. Bu yüzden Batı insanı, Doğu insanını anlamaya çalışmaktan ziyade, onu karikatürize ederek kendi “ileri”, “gelişmiş” kültürünün içine bir tezat örneği olarak sıkıştırmayı tercih ediyor.

Bu yüzden “Allahu ekber” diye bağırıp bomba patlatanların, kafa kesenlerin arka planında “birazcık da olsa İslam’ın olabileceği” ihtimalinden bahsetmek islamofobi, demagojinin daha ileri safhalarında ırkçılık olarak görülüyor. “Gerçek İslam bu değil” anlayışı Batı’ya çok pahalıya satılabilmiş, itelenebilmiş durumda; çünkü Batılı için aynı sırada oturduğu Müslüman arkadaşı, aynı iş yerinde çalıştığı Müslüman meslektaşı sabit, stereotipik bir kültürü temsil eden bir karikatür. Müslüman kimdir? 7 yaşından itibaren başına başörtüsü takılan, ve takılması normal olan çocuktur. Domuz eti yememekle kalmayıp, domuzla ilgili (hayvanın ne suçu varsa) her şeyden irrasyonel düzeyde nefret eden adamdır. Müslüman, Batı insanı için, en çok ve çoğu zaman sadece farklı dini inanca sahip olmasıyla var olan bir figürdür sadece. Bu tarz tanımların dışına çıkan hiç kimse “yeterince Müslüman” değildir. Bu tarz tanımların dışına çıkan insanları popüler TV dizilerinde karakter olarak göremeyeceğiniz gibi, tartışma programlarında katılımcı olarak da zor görürsünüz. Görürseniz ya “bence şeriat şartlarının sağlandığı bir İslam ülkesinde kadınların taşlanması normal” diyen kadar söz verilmeyecek, ya da söz verilse bile onun kadar Müslüman bulunmayacaktır. Dolayısıyla stereotipik, “hayatı İslam olan ve bunu görüntüsüyle sonuna kadar yansıtmak en büyük amacı olan” kimlik sapığı insan, Batı’da da “İslam’ın ortadaki yüzü”dür. Doğu’da diğer “türde” insan zaten ya öldürülür, ya hapse atılır, ya Doğu’dan kaçmaya zorlanır, kaçamazsa sürekli tehdit ve taciz altında yaşar.

Doğu’ya, yani açık konuşursak İslam dünyasına böyle bakmak, İslam dünyasındaki insanın pembe yanaklı Avrupalı’nın hak ettiği şeyleri hak etmediğini savunmaktan farksızdır. Batı her manada kendisini eleştirebilirken, “beyaz adam”ın birinin çıkıp “hayır, Doğu’yla ilgili şunu eleştiremezsin” diye serzenişte bulunması, “Doğu kendini geliştirmeyi hak etmiyor” demektir. İslam’a mı bir eleştiri getirdin? Ya islamofob, ya ırkçısın, çünkü Hıristiyanlık sonuna kadar eleştirilebilir, Batı insanı kendini Hıristiyanlığın kötü bulduğu yanlarından koruma, Hıristiyanlığı 21. yüzyıla çekmeye çalışma hakkına sahiptir. Doğu insanı için ise “mesele o değil”dir. Doğu insanının kendi kaderini belirleme konusunda hiçbir gücü ve imkanı yokmuşçasına, açıkça İslam’dan kaynaklandığı ortada olan, hatta İslam tarafından açık ve net şekilde emredilen bir sorun kaynağıyla ilgili arka plan, hep Batı’nın kötülükleri ve hataları üzerinden açıklanmalıdır. İnsanlar Britanya’dan kalkıp IŞİD’e katılmaya mı gidiyorlar? “Acaba biz Batı Medeniyeti olarak ne hata yaptık da bu insanları böyle bir kötülüğe sürükledik?” Bu soruyu sormak esasında “bu pis Araplar/Pakiler kendi kararlarını mı verecekler, hahahahay, güldürme ayol!” demektir.

Biz de yıllarca kendi içimizde bunu yaptık. Batılı gibi yaşayan (ya da yaşamak için elinden geleni yapan, ya da yaşadığını düşünen), Batılı değerleri savunan, Batılı bir ülkeye/ekonomiye/sosyal yapıya sahip olmak için her şeyini feda edebilecek insanlar, yıllar boyu “toplum”la ilgili her ağzımızı açtığımızda bizi toplumu aşağılamakla suçlayıp açık ve net problemlerimiz için hep başka adresleri gösterdiler. Toplumla ilgili yapabildikleri en büyük eleştiri toplumun “eğitimsiz bırakılması”, “kötü niyetli siyasetçilerce kötü emellere alet edilmesi” gibi şeylerin ötesine geçemedi. Batı’nın “felsefesini” almış bu insanlar, kibrini de aldılar ki, onlara göre toplum kötü olamazdı, çünkü bir Doğu toplumuydu ve bu toplumdaki sorunların hepsi Batıcıl şeylerden kaynaklanmalıydı. Bu toplumun barbar, şerefsiz, zalim, zararlı olmaya “hakkı yoktu”.

Erdoğan eleştirildi. Tophaneli “abiler” ellerine satır alıp “ya Allah bismillah” diye nefret ettikleri her kesime saldırı düzenlediklerinde “Erdoğan tarafından kışkırtılan, polarize edilen halk”tan bahsedildi hep. Bunun ötesine geçilemedi, oysa o halk denen şey Erdoğan’ın ta kendisiydi. Pakistan’da %98 “eşcinselliğin ahlaksızlık olduğunu” düşünmese şeriat hükümlerine göre yasa çıkartılamaz. Polarize olmak istemeyen toplum da gayet polarize olmayabilir. Bir insanın eline satır/pala alıp insan öldürmeye, en azından yaralamaya çıkmasının sebebi “kışkırtılmak”, “birilerinin hedef göstermesi”, ve benzeri açıklamalardan çok daha basit bir açıklamaya sahiptir aslında: o insanın iğrenç bir insan olması ve içinde tarif edilemez düzeyde kötülük barındırması gibi.

Bu manada düşünürsek, karşı çıkılan klasik açıklamanın aksine, ve belki benden beklenmeyecek bir bakış açısıyla, hayır, Türkiye toplumu koyunlardan oluşmamaktadır. “Seçmenin verdiği mesaj” meselesi de böyle. Tek kişinin lafıyla gazete basmaya gidebilecek toplulukların varlığını açıklamak için bir ikna süreci tanımlamamız gerekmiyor, çünkü bu tek kişinin lafıyla gazete basmaya gidebilecek topluluklar da “gazete taşlayacak tıynette” bireylerden oluşuyor. Açıklamayı karmaşıklaştırıp ikincil sebepleri ulaşmaya çalıştığınız sonuca yamadığınızda, bu içi çürümüş, iğrenç insanların gazete taşlayacak kapasiteye sahip olmadıkları imasında bulunuyorsunuz. Oysa bir mahallenin en az yarısı gazete taşlamaya açıkça karşı olsa, o mahalleden kimse gazete taşlamaya gidecek cesaret bulamaz. Burada tartıştığımız kabuller, milyonlarla ifade edilebilecek topluluklara genellemek için gereğinden fazla karmaşık ve insan psikolojisiyle açıklanamayacak kabuller.

Evet, beni hiçbir sebepleri olmadan öldürmek isteyenlerden ben de nefret ediyorum. Cümleden anlaşılabileceği gibi benim bu nefrete dair bir sebebim var, ölmek istemiyorum. Yine de onların mantıklı sebebi olmayan nefretlerini gereğinden fazla meşrulaştırmıyor muyuz sizce de? Gelişmemiş, gelişmemekte direnen bir Doğu toplumuyuz diye, bu toplumun bireylerine “sorumlu olma hakkını” çok görmemiz gerekmiyor. O bireylerin çoğunluğu bize “toplumun parçası olma” hakkını çok görüyor olabilirler, tüm bu “halktan uzak” aşağılamaları da bundan kaynaklı zaten. Genel görüşün aksine, Batılı değerleri savunuyor olmamız bizi otomatikman bu toplumun dışına itmiyor. Toplumun çoğunluğunun bizimle aynı yaklaşıma sahip olmaması da bizi yanlış kılmadığı gibi, toplumun çoğunluğunu da “sırf öyle düşünüyorlar ve çok kişiler” diye suçsuz ya da sorumluluktan muaf kılmıyor.

“Ama siz, halkı aşağılıyorsunuz.”

Aşağılarız, aşağılayacağız da. Bu ülkede doğma şanssızlığına sahip insanlar olarak, en az pembe yanaklı bir Avrupalı kadar demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere hakkımız var. Vatandaş olma, devletten hizmet ve refah talep etme bilincine sahip olmayanları asıl aşağılayanlar, onların bu bilince sahip olmak zorunda olmadıklarını, böyle bir yaklaşım tarzına sahip olmayı hak etmediklerini düşünenler. Bu yaklaşımımızın “tepeden bakan, topluma rağmen, toplum için bir şeyler yapmaya çalışan” bir yaklaşım olduğunu iddia edeceksiniz, edin tabii. Unutmayın ki bazı şeyler kayıtsız şartsız daha iyi ya da daha kötüdür. Özgürlük her türlü durum ve örnekte kölelikten iyidir. Medeniyet her türlü durum ve örnekte barbarlıktan iyidir. Sizin bizim gibi yaşamanızı ya da yaşamaya çalışmanızı istediğimiz de yok zaten. Bizim hayatımızı hakkınız olmadan, sizi ilgilendirmemesi gerektiren ölçütler üzerinden zorlaştırmayacağınız bir minimuma ulaşmaya çalışıyoruz sadece. İnsanlık, medeniyet, gelişmişlik diye tarif ettiğimiz şey de bu zaten. Bunu talep etmek elitistlikse, tepeden bakmaksa, “halkı aşağılamaksa” eyvallah.

İsveçlinin “beyaz ten rengi yara bandı ırkçılık mıdır” gibi bize uçuk gözüken meseleleri tartışmaya zaman ve derman bulabildiği ortamda, hep bu bahsettiğimiz minimumlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz ve bu minimumlar bile bize çok çok uzak gözüküyor. Artık birilerini sorumlu tutmamız da gerekiyor. Eğer iyi insanlarsak, bunu onların sorumlu tutulma haklarını görmezden gelmeyerek yapabiliriz. Uzlaşma barbar değerlere tam teslimiyetle değil, insanların en azından birbirlerini rahat bırakacak medeniyete ulaşmalarıyla olur. Umarım hepimiz o noktaya ulaşırız bir gün.


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.