Başarı: Birçok Şey Yapıp Bir Yere Ulaşamamak

Hayatım boyunca başarılı olmak için elimden geleni yaptım, başarıya ulaşmak için kendimi paraladım. Bunu hem kendimi geliştirmek, hem de içinde bulunduğum ekosisteme katkıda bulunmak amacıyla yaptım. Bu yazıyı yazmak ise aşağıda paylaştığım karikatür nedeniyle aklıma geldi. Başarı nedir, başarıya ulaşmaya çalışırken ne tür problemlerle karşılaşıyoruz, ve ne yapabiliriz, ve hatta “bence ne yapmalıyız” konularına değinmezsek olmaz.

Karikatür bu haftaki Penguen’den, Serkan Altuniğne’ye ait. Kendisinin çalışmalarını çok beğenirim. Paylaştığım bu çalışmasını da beğenmedim dersem yalan olur. Ancak bir an için karikatür değil de, hayatın gerçekleri olarak bakarsak, “evet, gelip kafama sıçın” demek yerine olayı biraz açmaya çalışmayı daha mantıklı göreceğiz, eminim. Karikatürdeki adam hayatı boyunca başarıya ulaşmak için elinden geleni yapıyor. Bütün ömrünü başarı için harcıyor. Arkadaşı ise “başarılı bir fakir” olmasından dolayı onu yargılıyor. O ise “başarılı”nın da ötesinde, “çok başarılı” bir fakir olmakla övünüyor. Benim mantığımla, evet, başarılı olmak tek başına övünülecek bir özelliktir. Başarı kavramı ise size bağlıdır. Evlenmeyi başarı olarak gören de vardır, hayatta kalmayı başarı olarak gören de vardır, illa ki zengin olmayı başarı olarak gören de vardır. Direkt olarak zenginliğe etki etmediği sürece, başarının karın doyurmadığı da bir gerçektir.

Şimdi sizinle -böyle şeyleri çok kişisel bulmadığım için- çocukluğumdan beri tam olarak ne yaptığımı paylaşayım. Marangoz çıraklığı, fotoğrafçılık (pahalı makineler alıp sanat aşkına çekmekten bahsetmiyorum, bildiğiniz vesikalık, vb. şeyleri çeken, bunu ekmeğini kazanmak için yapan dükkanlardan bahsediyorum), dergi yazarlığı, metin yazarlığı, iletişim koordinatörlüğü, editörlük, genel manada gazetecilik, halkla ilişkiler, sosyal medya danışmanlığı, öğretim ve araştırma asistanlığı (akademik), öğrenci kulübü yöneticiliği, fakülte temsilciliği, lojistik planlama elemanlığı, ve saire… Sıra tam olarak doğru olmayabilir. Benim için başarı bilgi ve tecrübeye ulaşmak, kendine katkı sağlamak, kendine sağladığın katkının tatmin edici olduğu noktaya ulaşmandan itibaren dünyaya katkı sağlamaktır. Bu açıdan başarılı mıyım, evet, başarılıyım. Ancak bir insan için başarı bir adım değil, dönemdir. Yani “tamam, şunu yaptığıma göre başarılıyım” demek mantıksızlıktır. Son dönemde manevi tatmin konusunda sıkıntım olmasa da, maddi tatmin olayı ciddi şekilde azalmaya başladı. Dolayısıyla halen dünyaya katkıda bulunuyor olmama rağmen kendim adına bir yere ulaşamadığımı hissettim. Dolayısıyla artık başarısız olmaya başladım.

Özellikle ülkemizde başarı ile ilgili en büyük problemler şunlar:

  • Başarının tamamen objektif bir ölçütü olması imkansız, ancak “olabildiğince objektif” ölçütler o kadar kalitesiz oluşturulmuş ki, başarının ölçütü başarıya bağlı değil neredeyse.
  • Çok büyük kurumsal bir şirkette çalışma şartının yusyuvarlak, muhteşem kalçalara ve dolgun memelere sahip olmaktan geçmesi gibi bir gerçek var (kadınlar için, ki lütfen müdahale etmeyin, büyük kurumsal organizasyonlara bakın. Her on kadından en az dokuzu tabiri caiz ise TAŞ GİBİdir. Bunlar aynı zamanda başarısızdır ve göt-meme ile bir yerlere gelmişlerdir sadece demiyorum. Başarılı olanlar arasında modern tabirle “prezentabl” olmak ön plana çıkartıcı bir etken).
  • Başarının olabildiğince objektif ölçütleri oturtulamadığından dolayı, başarının olabildiğince objektif getirileri yok.
  • Post-modern dünyada her şey ezberlere, kalıplara endekslendiği için insanlar çoğu zaman başarı ile getiri arasında tercih yapmak zorunda bırakılıyorlar. Bizim gibi nüfusun önemli bir oranı açlık sınırının kilometrelerce altında yaşayan ülkelerde -iddia ediyorum ki- insanların en az %95′i “getiri”yi seçiyor.
  • Eğitim sistemi ve Türk aile yapısı nedeniyle bireylerin çoğu kendi başına hem başarılı, hem tatmin olamazken, kendi ayakları üzerinde durabilenler de yine maddi şartlardan dolayı iktisat mantığınca almaları gereken desteği hiçbir yerden bulamıyorlar.
  • “Mülakat teknikleri” diye koca bir çalışma alanı olduğu sürece kim gerçekten başarılı, kim başarısız, veya gelecekte başarılı olmak için kimin potansiyeli var, hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bu durum şirketlere de zarar veriyor. Mesela çok büyük bir ilaç firmasının “evli” genel müdürü mesai saatleri içinde sekreteriyle seks yapıyor. Evli olmasını geçelim, mesai saatleri içinde yapıyor, yoksa ne yaparsa yapsın yani. Bu adam neye göre başarılı? Bu adam o “mülakat tekniklerini” ezberleyip, ayna karşısında veya bir uzman karşısında pratik yapıp gelmiş. Mesela benim mülakatımı beğenmeyen işveren, bu ölçüte göre her işini bırakıp bu mülakatlara yeni mezun (veya öğrenci) yetiştiren uzmanı alsın işe. Hani bu iş böyle oluyorsa…
  • Kapitalizm puhtur, kakadır geyikleri yapmak da mantıksız. Bu kapitalizm içinde gelişmiş, budaklanmış çok ayrı bir mesele, ve -aslında çok da desteklediğim ve beğendiğim- kapitalizmin bu insan katliamında hiçbir suçu yok.
  • Günümüzde başarı tamamen “parasal şans” etrafında dönüyor. Benim olayım iletişim oldu çoğunlukla, bundan sonra da böyle olmasını umuyorum. Bu yüzden gidip bankacı olmak gibi bir amacı gerçekleştiremezsem “mülakatta puştluk yaptılar, benim hakkımdı o iş” deme hakkım yok. Ancak çok iyi üniversitelerden mezun olup, çok iyi yerlerde staj yapmış olup, işi de bilip işsiz kalan insan ne olacak? Ya kendi çevresi, ya babasının çevresinden işle ilgili yardım alacak, ki bir şekilde uzaktan veya yakından bu “çevre” olayı da o kişinin ne kadar şanslı doğduğuyla ilgili. Hatta yeterince şanslı doğduysanız çalışmak zorunda bile kalmayabilirsiniz. Sahilde güneşlenmekten başka hiçbir özelliği olmayan ve bununla ünlü olan biri bile olabilirsiniz.
  • Başka bir örnek verelim, sonra gerekli düzeltmeleri yapalım. A kişisi zengin. B kişisi orta halli veya fakir. A kişisi bir fikir üretiyor, on binlerce, belki yüzbinlerce lira koyup bu fikri eyleme döküyor. B kişisi bir fikir üretiyor, cebinden arttırdığı ve arkadaşlarından topladığı beş on kuruşla, belki aylık masrafı bir öğle yemeğini geçmeyecek şekilde eyleme geçiyor. A kişisi 1000 koyduysa elinde 1500 var (genelde böyle olur, gerçek girişimcileri tenzih ederim), B kişisi 1 koyuyor, 10 çıkartıyor. Sonuç olarak, zaten A kişisinin hiçbir şey yapmadan parasını faize yatırarak (eheh, Türk kafası) elde edebileceği bir değer yaratılmış, B kişisi kıçını yırtmış, ancak ya hiçbir şey elde edememiş, birkaç öğle yemeğinden olmuş, ya da kâr ettiği şey ona “sadece” birkaç öğle yemeği kazandırmış.
  • Aynı A ve B kişileri eğitim hayatına atılsınlar. A kişisi üniversiteyi daha az maddi sıkıntı çekerek bitirdikten sonra 10 adet master programına kabul alsın. B kişisi de 10 adet alsın. Avrupa’da ortalama bir master programının toplam maliyeti 25-30 bin Euro civarında. ABD’de de aynı civarda, ancak kredi imkanları daha geniş. A kişisi bu 10 program arasından “istediğini” seçip gidebiliyor. B kişisi ise, aynı başarı düzeyinde olduklarını düşünelim, ne yapıyor? Bu durumda orta halli veya fakir bir insanın böyle korkunç masrafların en ufak giderlerini karşılamaları bile çok büyük problem. B kişisi bursa bakacak. Diyelim ki bir tane program burs verdi, 15 bin verdi. Geri kalan 10 bin için (Euro), B kişisi götünü mü satsın? Hayır, burs veren çeşitli kurum ve kuruluşlar var. Ancak şöyle bir problem var. Burs veren kurum ve kuruluş bu kişinin 10 ayrı programdan kabul alması dışında birçok kritere de bakıyor, ve B kişisi gibi on bin kişi varsa, bunlardan yüz tanesi bile burs alamıyor. Bu kurumların kriterleri arasında “Atatürkçü olma”ya kadar başarıdan bağımsız bir çok kriter de var. En problemlisi “başka bir kurumdan burs almıyor olmak”. Çünkü yukarıdaki örnekte bahsettiğimi 10 bin Euro’ya bakın. Bir kuruma gidiyor B kişisi, kurum kendisine (Türkiye şartlarında) aylık 300 lira gibi rakamlar verecek. Bunu da başka kurumdan burs almıyorsa verecek. Euro’ya 2 TL diyelim, programa 10 ay diyelim. B kişisi geri kalan 8500 Euro için götünü mü satsın?
  • Bir de öncü masraflar problemi var. B kişisi korkunç bir burs buldu, ve kendisine aylık 5000 Euro burs verilecek (at yalanı…). Peki bu B kişisi “tuition waiver” almadıysa ne yapsın? Onu şimdilik geçelim. Vize, sigorta, kalacak yer için depozito, gider gitmez alınacak kitaplar. Bursun işlemediği ilk bir veya iki ayki geçim masrafları, vs. derken etti mi sana ihtiyaç duyulan miktarın yarısı? Kredi mi alsın? Alsın. B kişisi bankaya gitti, kredi almak istedi, ancak sabit geliri yok, alamaz. Ailesinin sabit geliri var, bankaya birlikte gittiler, o da ne! (Burada kapitalizme giydirmek serbest) Kredi alabilmek için, krediye ihtiyaç duymayacak kadar zengin olunduğunun ispat edilmesi gerekiyor. Haydaaa… B kişisi gerçekten “çok çok çok şanslı” değilse, çok afedersiniz götünü satmaya niyetli değilse (çok afedersiniz kısmını küfür için değil, ihtiyaç sahibi arkadaşlarla bir sorunum olmadığını ifade etmek için, saygımdan dolayı belirttim), hatta götünü satmaya niyetli olup pezevenk bulamayacak kadar sıkıntıdaysa (burayı da ekonomik bir imgeye uyarlayınız), istediği, hayal ettiği, planladığı şeyleri gerçekleştirmesinin hiçbir imkanı yok. E A kişisi de (kabulümüze göre) aynı seviyede, aynı kalitede, aynı sayıda programdan kabul almıştı. Dolayısıyla eğer mesele kabul almak veya eğitim görmek ise, bu iki kişinin aynı başarı ölçütlerini sağlıyor olmaları gerek. Aynı başarı ölçütlerini sağlayan iki kişinin bu ölçütleri sağlamak için aynı oranda uğraştıklarını, çaba gösterdiklerini de düşünürsek, neden “bir sonraki adıma geçme” konusunda böyle bir fark var?
  • Bu örnekler ve maddeler genellemedir, takılınız, ama çok da takılmayınız. Kesinlikle Pfizer’da lokum gibi hatunlar var, gittim, gördüm, kafasında değilim. Her şeyin eleştirildiği, kötü gittiği uçuk bir ortamdan değil, gerçek dünyadan bahsediyoruz. Tabii ki sırf şanslı doğdular diye zengin arkadaşlar o işlerde çalışmayı, o eğitimlere katılmayı hak etmiyorlar dememiz çok büyük haksızlık olur. Aynı şekilde fakir olup istediği şeyi yapamayan herkes de o istediği şeyi sırf paradan dolayı yapamıyor diyemeyiz. Fakir ve başarısız olan da var. Zaten dünyanın mantığı imkân eşitliği değil, fırsat eşitliği. Ancak bahsettiğimiz problem şu: fırsat eşitliği durumunda aynı başarıyı sağlamış iki kişinin de “istedikleri yere, kendi seçimlerine göre” gitme ihtimallerinin teoride eşit olması gerek. Yukarıda bahsettiğim örneklerdeki B kişisi sonuçta istediği yere, kendi seçimlerine göre gidecek olsa bile, bu kişinin aynı imkana erişebilmesi için “sırf şanssız doğduğundan dolayı” kıçını yırtması, aylarca, bazı örnekler için yıllarca uğraşması da başka boyutta bir haksızlık. Sadece uğraşılacaksa aynı şey için, aynı başarı düzeyindeki insanların aynı miktarda uğraşmaları daha mantıklı olur diyoruz. Ne yazık ki bunu gerçek hayatta görmemiz (en azından önümüzdeki birkaç milenyum boyunca) mümkün değil gözüküyor.

Problemleri geçelim. Peki çözüm ne? En azından benim kendi hayat tecrübelerimden çıkardığım dersler ve çözümler şunlardır:

  • Kendinize sadece siz yardım edebilirsiniz. Bu dünyada yalnızsınız, bunu kabullenerek başlamak, ileride kabullenmek zorunda kalmaktan çok daha hoştur.
  • Kariyerinizle, hedefinizle ilgili kararları mümkün olduğunca erken vermeniz çok mantıklı olacak, ileride bir de ona karar vermeye uğraşmazsınız.
  • Tüm çabayı gösterdiniz, ancak sizin birincil, konuyla direkt ilgili çabanızın yeterli olmayacağını düşünüyorsunuz. Ona da “erkenden” bakın. Maddi/manevi herhangi bir destek gerekecekse aylar, mümkünse yıllar önceden destek ihtimallerini, ne yapmanız gerektiğini araştırın. Mümkün olan en kısa zamanda yapın.
  • Ailenizi, arkadaşlarınızı unutmanız gerekiyorsa unutun. Hal-hatır sormayan bir namıssız olun demiyorum. Plan kendi planınız, gelecek kendi geleceğiniz. Planınızı ve geleceğinizi kendi ölçüt ve amaçlarınıza göre şekillendirin. Ülkenin en iyi üniversitesine gidip kendi isteğinizle çok güzel bir bölümde okuyacakken “tıpa puanın yetmedi mi” diyen moron komşulara gülüp geçin. Gerekirse sizinle aynı dönemde mezun olan kuzeniniz doktor olup aklınızı uçuklatacak bir maaşle işe başladığında ona bakıp ağlayın, gidin elini sıkın, hem yüzüne karşı, hem arkasından takdir edin, ama siz gerçekten ne istiyorsanız onu yapın.
  • Ne istiyorsanız ifadesi biraz muallakta olabilir. Yaşamsal gerçekleri görmezden gelmemek gerek. Eğer istediğiniz şeyi yapabilme ihtimaliniz sizi zorlayacaksa, illa ki yapacaksanız ama ananız ağlayacaksa, sırf istediğiniz şeyi yapıp mutlu olmak için yıllarca mutsuz olmanız gerekecekse, biraz daha az istediğiniz şeyi yapıp daha az mutlu, ama yine de mutlu olmayı tercih etmek de “size” kalmış.
  • Amacınız ve planınızla direkt ilgili olmayan aile, arkadaş, tanıdık gibi kişileri geçelim. Amacınız ve planınızla direkt ilgili olabilecek insanların görüşlerini çöpe atmayın. Tamam, plan yapmışsınız ama, yaptığınız planla ilgili sizden daha bilgili olan milyonlarca insan var muhtemelen.
  • Sormaktan, yardım istemekten çekinmeyin. İnsanları kullanan puştun teki de olmayın. Ne kadar soruyorsanız, yardım istiyorsanız, en az o kadar kendiniz de uğraşmalısınız.
  • Serüveniniz boyunca iletişim kurduğunuz insanlara karşı samimi olun. “Mülakat teknikleri” olayı gerçekten iğrendiğim bir olay, sizin hoşunuza gidiyorsa da kendi tercihinizdir. Ama zaten onu gerçekten istemediğiniz, aç kalmamak için yapacağınız şeyler için uyguluyorsunuz. Ciddiye aldığınız, hayatınızı adadığınız şey için çabalarken dürüst ve samimi olun. Kartların hepsini masaya açın. Yoksa hayatınız boyunca rol yapmak zorunda kalırsınız.
  • Sosyal hayatınızdan taviz vermeniz için çok ciddi bir nedeniniz yoksa, vermeyin. Ailenizi, arkadaşlarınızı unutun kısmını yukarıda teknik olarak açıkladım. Sosyal hayatınızda unutmamanız gerekiyor. Ağlayacağınızda başınızı koyacağınız bir omuz, mutlu olduğunuzda o mutluluğu paylaşacağınız bir çift kulak, canınız sıkıldığınızda neşenizi yerine geticek ses telleri, sevişeceğinizde penisinizi koyacağınız bi… neyse… Bunlar önemli şeyler. Dediğim gibi, çok ciddi bir nedeniniz yoksa arkadaşlarınızı, ailenizi, arkadaşlarınız ve aileniz dışındaki sevdiklerinizi boşlamayın. Zaten profesyonel manada yalnızsınız, sosyal manada da ek olarak yalnız olmak çok daha pis koyar insana.
  • Görgü kurallarından haberdar olun. Ahlak demiyorum, her ne kadar farklı bir alt-tür ahlak olsa da… Size yardımcı olan, veya bir şekilde sizi mutlu eden şeyleri takdir edin, insanlara teşekkür edin. Yapabiliyorsanız aynı kıyağı siz de yapmaya çalışın. Sırf karşılık vermek için değil, iyi bir insan olabilmek için. Unutmayın ki profesyonel manada size yardımcı olanlar kaşınızın gözünüzün hatrına yardımcı olmuyorlar. Buna saygı duyun. Sosyal manada size yardımcı olan ve mutlu edenler ise tam tersi, kaşınızın gözünüzün hatrına yardımcı oluyor, mutlu ediyorlar. Buna da saygı duyun.
  • Sevgi ve saygı gizlenmek için değildir. Hissediyorsanız uygun şekilde ifade edin.
  • “İçinizde kalıp kulunç olacağına, dışınızda kalıp gülünç olsun.”
  • Maalesef hepimiz her amacımıza ulaşamıyoruz. Kesin bir şeyler belirleyip olmayınca tüm hayatı çöpe atmak yerine, eğer olumsuz bir sonuçla karşılaşırsanız tecrübelerinizi ve birikiminizi gittiğiniz yol üzerinde daha az istediğiniz, ama istediğiniz diğer şeyler için kullanın.
  • Asla tek boyutlu bir insan olmayın. Bence başarılı bir insan en az iki konuda başarılı olmalı. Sonuçta dünyadaki tüm bilgisayarlara ihtiyaç bir anda yok olsa, bilgisayar mühendisliği birikiminiz tek başına bir işe yaramayacak. Ek olarak en az bir konudaki bilgi ve birikiminiz üzerinde direkt olarak çalışmayacak olsanız bile, bu bilgi ve birikim size farklı bakış açısı katacaktır.
  • Genel olarak eğitim, “hocam, bu gerçek hayatta ne işimize yarayacak?” sorusu değildir. Her şey işinize yaramak zorunda değil. Bazı şeyler sadece farklı bakış açısı kazanma amacıyla öğrenilir, tecrübe edilir. Farklı bakış açısı “yaratılışçı gözüyle mutasyon” tanımının tam tersidir. Farklı bakış açısı size hiçbir zarar vermez. Yarar sağlama ihtimali vardır. Ki çoğu zaman, hatta hemen hemen her zaman sağlar da.
  • Durduk yerde bilmediğiniz bir şeyle uğraşmayın. Gerçekten uğraşacaksanız o şeyi öğrenecek istek ve yeterlilikte olmaya bakın.

Çok öğüt gibi oldu, kusuruma bakmayın. Ben en azından 25 yıllık yaşamımda bunları öğrendim ve paylaşmak istedim. Yazının kişisel temasına dönersek… Birçok şeyle uğraştım, birçok şeyde başarılı olduğumu düşündüm, birçok şeyde de oldum. Şimdi yapmak istediğim tek bir şey var (o da bana kalsın, her şeyimi döktüm önünüze lan). O şeyi yapabilmek için uğraşıyorum da uğraşıyorum. Uğraşmaktan anam ağladı. A çözümünü deniyorum, olmuyor, B deniyorum, C deniyorum derken alfabeyi tükettim. Şu an semboller kullanıyorum. “Gerçekten istiyorsan olur, evrene iyi mesaj yolla” diyenlere kıçımla gülüyorum. Ben istemiyor muyum, ben uğraşmıyor muyum be pezevenk? Öyle evrene mesajla falan olsaydı herkes mutlu olurdu. Afrika’daki çocuklar mesela, her gün inandıkları tanrıya dua etmiyorlar mı sanıyorsunuz? Gidip orada “gerçekten istersen olur, eheh” demeyin, ağzınızı kırarım. Olmayınca olmuyor, ancak çok küçük de olsa olma ihtimali varsa, bazen gerçekten tüm alfabeyi, sembolleri, rakamları tükeyip, gerekirse kartezyen sisteme de geçmek gerekiyor.

Şimdiye kadar en azından kendi hayatım konusunda yukarıda hakkında ahkam kestiğim konularla ilgili meselelerin hakkını verdim. Bundan sonra da verebilmek için uğraşıyorum.  Amaçlarıma, planlarıma ulaşmak için saçımın beyazlaması gerekiyorsa, evde bol miktarda çamaşır suyu, hidrojen peroksit çözeltisi falan var. Benimle ilgili hiçbir mesele, ben “bitti” diyene kadar bitmemeli, işte bunun da hakkını vermeye çalışıyorum. Günde bazen üç saat, bazen beş saat uyuyorum, bazen erteleyip iki günde bir uyuyorum. Çünkü “gerçekten istersen olur” meselesi koca bir yalan olsa da, istemek olmakla ilgili garanti vermese de, vapura binmek için ayağını atmazsan karşıya geçemezsin. Hani atarsan da geçemeyebilirsin, vapur istediğin yere gitmiyordur, tam ortada batar, durur, vs. Ama atarsan geçme ihtimalin var, ve bunun için çalışmak senin elinde.

Son olarak, şu an başka bir çözüm yöntemi üzerinde çalışıyorum, hatta şimdi kendilerine sormadan isim vermek istemediğim için, isim vermeden “çalışıyoruz” demem daha doğru olur. Birkaç çözüm yöntemi de beklemede. Ne olacağı belli değil, ve yapabileceğim hiçbir şey kalmadı. Bir iki ay içinde hem şu an uğraştığım şey, hem beklediğim şeyler daha belirgin bir hal alacak. Şimdiye kadar bana yardımcı olan kim varsa teşekkür ediyorum. Ailem ve arkadaşlarıma da farkında oldukları veya olmadıkları moral desteği açısından teşekkür ediyorum. Çok sevdiğim insanlarla ilgilenecek vakit ve imkân bulamasam da, sadece varlıklarıyla beni mutlu ettikleri için onlara da teşekkür ediyorum.

 

Enseyi gerekirse karartın, siz bilirsiniz.

 

Bu yazı 23 Eylül 2012 tarihinde KD Günlük‘te yayınlanmıştır. Yazının aslında giden link buradadır: http://konseptdisi.com/gunluk/?p=799


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.