Cumhurbaşkanı Adayım Bereket Tanrısı

Bildiğiniz gibi yarın Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turu tamamlanacak. Adaylardan biri %50’den fazla oy alırsa direkt seçilecek, kimse %50’den fazla oy alamazsa olay ikinci tura kalacak. Peki kim kazanacak? Nefret, korku ve eziklik tabii ki. Korkunun ecele faydası yok. Bu ülkeden ümidimi kestiğimi daha önce birçok kez dile getirmiştim. Çok da güzel bir yazı okudum biraz önce. Sizin de okumanızı tavsiye ederim. Link burada.

Bereket TanrısıHazır ümidimizi kesmişken, bu kadar kötülüğün, nefretin ve eziklikten gelen korkunun bu kadar rahat kabullenilebildiği bir ortamda belki Erdoğan’ın kendisini değil, onun “bağrından çıktığı” bu çirkin toplumu da eleştirmek gerekecek. Parti olarak dahi değil artık, resmen “kişisel” iktidarı üzerindeki denetim mekanizmalarını birer birer, gözümüzün içine baka baka kaldırabilmiş bu güzide değerimizi yaratan muhteşem toplumumuza da sövelim artık. 12 yıl oldu, artık anlamaya çalışacağınız bir şey kalmadı, ve sizin de cesur olmanız gerekiyor; çünkü onlar sizi anlamaya çalışmıyorlar. Konsantre bir nefret var ortada ve size karşı nefretten başka bir şey hissetmiyorlar. Sayıları sizin sayılarınıza neredeyse eşit, ama %100’ü temsil edercesine büyük bir güç ve etkiyle yaşam tarzı ve insanlık soykırımı yapmaya çoktan giriştiler. Bu durumun düzelebilmesi için yapılabilecek hiçbir şey göremiyorum, zaten masa başından laf sallamakla da bir şey olmuyor. Belki biz, “onlar” kadar nefret dolu, ilkel ve vahşi olamayız.  Belki biz, “onlar” kadar pohpohlanmıyoruz, ama çözümün onların sinesine yanaşmak, onlara yakın olmak olmadığını da görmek gerek.

Onlarca yıldır eziklenmiş, dünyalı manada hiçbir şeye yaramayan, hiçbir değer üretemeyen kavramlarla pohpohlanmış eğitimsiz, başarısız, fakir, güçsüz, en önemlisi de sevinçsiz bu insanlarla empati kurmayla da, onları övmeyle de bir yere varılamıyor. Eğitimsiz, başarısız, fakir, güçsüz ve sevinçsiz olmak suç da değil. Bu kavramları da aşağılamıyorum. Buradaki sıfatların bazılarına ben şahsen de sahibim, bazılarına daha önce sahip oldum, bazılarına belki ilerde sahip olacağım. Çok iyi niyetli insanlar da olabilir aralarında, belki bazılarının gözleri çok güzeldir, belki kişisel manada bizden de çok ilginç yönleri vardır bu insanların. Ama neye yarar? Hollanda ülkedeki insanlar uzun boylu diye Hollanda değil, özgürlük var diye Hollanda. Almanya Hans’ın bıyığından dolayı veya futbol muhabbeti eğlenceli olan insanlardan dolayı değil, üretiminden dolayı Almanya. Bakın para da demiyorum. İsviçre zengin olduğu için İsviçre değil. O “küçücük” medeniyeti burada uğraşsan bin yılda kuramazsın. İngiltere, üzerinde güneş batmayan Birleşik Krallık nedeniyle İngiltere değil, “soğuk İngiliz” dediğiniz tipler birbirlerine “efendim, bayım, hanımefendi” diye hitap edip gülümsedikleri için İngiltere. Yani burada yıkmaya çalıştığım kavramlar şunlar: YENİ, BÜYÜK, GÜÇLÜ. İçinde doğru düzgün insani iletişim kurabileceğin tiplerin her geçen erozyona uğradığı bir ülke istediği kadar yeni, büyük, güçlü olsun. İstediğin kadar her yere yaz, her yerde söyle bunları. Hatta bağır, istediğin kadar büyük punto kullan. En fazla Türkiye olursun. İçeride “İran olur muyuz” diye korku duyduğun, birçok yönüyle İran’ın fersah fersah gerisinde olan Türkiye’den bahsediyoruz. Azıcık dünyayı takip etme yetisi olan biri görecek ki, o “olur muyuz” diye korktuğumuz ülkelerdeki kötülüklerin, çirkinliklerin çoğunun bin katı bu ülkede -12 yılı da boşver- son birkaç yılda oldu.

Artık onların peşinden koşup “onları” anlamaya çalışmak yerine onlara gerçekleri ifade etmeye çalışsak peki? Elitizmle de sorunum yok, ama burada yaptığım şey “ben tepeden bakar, onlara değerli görüşlerimi öğretirim” de değil. Sadece düşündüğümüzü ifade etmek. Düşündüğümüz illa ki doğru olduğundan da değil. Onlar “acımadan” ifade ediyorlar ve bize somut sonuçları dönüyor zaten. Onlar politik doğrucu değiller. Tek bir şahsın kayıtsız şartsız iktidarına tapmayanların hain olduğunu düşündüklerini rahatça ifade ediyorlar. Eğitimli insan nefretlerini “entel dantel”, “tercüman diye bir şey var” vs. gibi ifadelerle anlatabiliyorlar. Biz kabul etmişiz, etmemişiz ya da beğenmişiz, beğenmemişiz umurlarında değil. Belki de en doğrusunu onlar yapıyorlar. Güzel, doğru, kaliteli bildiğimiz her şeye sövüyorlar, çünkü onlar bizim bu şeylerimizi çirkin, yanlış, kalitesiz görüyorlar. Dürüst olmanın neresi kötü? Biz de yapalım. Onları anlamaya çalışınca “saçma salak konuşma lan değişik” oluyoruz zaten, belki onlar hakkında düşündüklerimiz iletişim kurmamızda bir işimize yarar.

Üç yaşındaki çocuk gibi yeninin, büyüğün, güçlünün peşinde koşmanın aslında pek bir şey ifade etmediğini anlatsak? Sonuçta çocuğun elinden 200 TL’sini alıp “bak bunlar daha fazla” diye ellerini bozuk parayla doldurabiliyorsun. Ülke siyasetinin de ne yazık ki bundan farkı kalmadı. Daha önce de anlattım, yerel seçimlerde Sarıyer’e afiş astı “bunlar”. Dikkat ettiyseniz bölünmüş, ‘biz’li, ‘onlar’lı bir dil kullanıyorum, çünkü burama kadar geldi. Kullandığım bu dilden dolayı kimseden de özür dilemeyeceğim, bu dilin meşruluğunu da tartışmayacağım. Tehdit altındayım, neslim tükenmek üzere. Neyse. Afiş astı “bunlar.” Yerel seçim için kullanılan dile bakın: “Yeni, büyük Sarıyer için.” Biz yeni ve büyük değil, güzel ve yaşanılabilir Sarıyer’i, kaliteli insanların diyarı Sarıyer’i daha çok sevdiğimiz için seçimde götlerinin üzerine oturup kaldılar. Zaten anlayış farkını da görebilirsiniz rahatça. Sarıyer Belediyesi yıllardır kültür-sanat yatırımı olsun, yol olsun, gerçekten ihtiyaç duyulan hizmet binası olsun yaparken, “onlar” birbirine değmeye çalışan ama orada bir kavuşamazlık yaşamış yüzlerce metrelik beton penisleri andıran köprüyle kafamızı ütülüyorlar. Yolunda dursan manzarasıyla bin çeşit duygu hissedeceğin güzelim Rumelifeneri’ni, Garipçe’yi delik deşik ettiler. Neyse, konumuz Sarıyer değil. Konumuz genel olarak bu “göz göre göre kalitesizlik.”

Bu ülke insanının kemikleşmiş nefretinin, ezikliğinin ve değersizliğinin konsantre hali olagelmiş kişi kazanacak bu seçimi. Cumhurbaşkanı olursa “yetkimi kullanırım” diyecek, Cumhurbaşkanlığı bu ülkedeki en konsantre “güç odağı” olacak. Bu ülke insanı güç seviyor çünkü. Büyük olsun, sert olsun istiyor. Bilmem, bu cümleler aklınızda en ufak bir “sürçme” yarattı mı? Ama kumaş bu yani. Kabataş BDSM hesabı. Eğer Cumhurbaşkanı seçilemezse, ki bu çok küçük bir ihtimal, tüzük değiştirip tekrar Başbakan olacak. Yani özetle “o kişi” minibüs şoförü olsun, bu ülkedeki en yetkili ve etkili kurum minibüs şoförlüğü müessesesi olacak. Bunu bir kabullenelim. Bize “bahşedilmiş” bu “muhteşem” değeri başka çirkin bir “güç” bizden ayırana kadar hükümdarlığını çekeceğiz. Sonra bu çirkin toplum bundan on tane, yüz tane, bin tane, milyon tane yaratmaya devam edecek. Kumaş: bu.  Bakın 2023 deniyor, 2071 deniyor. Hiçbir güç odağının bu derece uzun vadeli plan yapacak cesareti olmamalı. Demokrasi dediğimiz şey bu değil. Bu planları yapıyorsan kazık çakmışsın, ne pahasına olsun gitmeyeceksin zaten. Demokratik geri bildirim mekanizmalarından bir tek seçimi tanıyorsun, onda da hile yapıyorsun. Ne anladık? Hileye hurdaya rağmen önümüzdeki herhangi bir seçimi kaybetseler “gideceklerine” inanıyor musunuz? Bakınız Kars seçimleri. Bakınız polisle seçim ofisi basan bakanlar. Meşru şekilde kaybettikleri herhangi bir seçimi tanıyacaklarını düşünüyorsanız ya uzayda falan yaşıyorsunuz, ya da zekânızdan şüphe edilmesi gerekiyor.

Yukarıda linkini verdiğim yazıda da değinilmiş güzel bir nokta var. Halk dediğimiz organize terör örgütü -bu şekilde ifade edilmese de- Erdoğan’da kendisini görüyor. Ona ithaf edilen -onlara göre- güzel sıfatları o Godzilla gibi ufuktan yükseldikçe alkışlıyor, kendi üstlerine alınıyorlar. Çünkü onu onlar, onların temsil ettikleri çiğ değerler yarattı. Milliyetçilik, muhafazakarlık, devlet tapıcılığı, cahillik, kabadayılık gibi penise sürülecek kadar aklı olan kimsenin yanına yaklaşmayacağı kavramlardan bahsediyorum. Ortada ekonomik durumun oy oranıyla korelasyonunu açıklamaya çalışan grafikler döndüğüne de bakmayın, o tren de yoldan çıktı. O şahıs çıksın, kendileri adına, namına birilerine “haddini bildirsin”, “dik dursun” istiyorlar. Evde çoluk çocuk aç olsun, enflasyon analarını ağlatsın, ama o ayar verilecek. Amcaları kredi kartı borcunu çözmeyip intihar etsin, ertesi gün seçim olsun, oylar yine malum şahsa. “Bunlara müstahak” da demiyorum, kimse bu ülkenin çoğunluğu gibi yaşamayı hak etmiyor kesinlikle, ama gördüğümü söylüyorum. Yorumsuz. Neden oy oraya gidiyor? Çünkü birilerinin azarlanması gerekiyor. Neden birilerinin azarlanması gerekiyor? Çünkü bu millet lafı sefer, “artistliği” sever, çünkü onların başka övünecek, emek verdikleri, yarattıkları bir şeyleri yok.

Sağda solda gelmiş geçmiş en kötü dış politika yönetimini övüyorlar. Sonuç var mı? Yok. Ama dış politikamız iyi, neden? Çünkü şöyle yaparız, böyle yaparız diye bağırıyoruz. Sonuç var mı? Yok. Para ve ekonomi yönetimimiz de iyi, neden? Doları azarlayarak düşürmeye çalışan Merkez Bankası yönetimimiz var. “Dolara öyle bir müdahale ederiz ki!” Al, ettin. Gördük. Gördüler. Yaşlı denilen, etkisiz bulunan, yaşı nedeniyle de “bunların” istediği gibi dik de duramayan Ecevit döneminde bile yakın tarihimize damgasını vuracak en az birkaç büyük dış politika gelişmesi sayabiliriz. Ama bunlar dünya lideri söylemiyle “laf yapıp” sınırının dibindeki gelişmelere bile zerre etki edemeyen bir Türkiye yarattılar. Yoksa ben istemez miyim benim ülkemin sözü geçsin. Yani mesela çükündürük bir Doğu Avrupa ülkesine bile vize istemesinler, yurt dışında ülkemi söyleyince benden tiksinmesinler falan… “Bunlar” ise iyi, çünkü dik duruyorlar. Had bildiriyorlar. Azarlıyorlar, sertler, büyükler ve dimdikler. Eğer yardımı olacaksa ve mutlu olacaklarsa benim Cumhurbaşkanı adayım Bereket Tanrısı’dır. Severler böyle şeyleri.

İnsana, iyiye ve güzele dair her şeyin, her değerin birer birer dışlandığı, karşısında nefret odaklarının oluşturulduğu korkunç bir dönemden geçiyoruz. Ayaklar bu sefer cidden baş oldular. Sosyal bir değişimden bahsetmiyorum veya biz üstün insanız, bunlar da ölsünler zaten demiyorum. Devlet eliyle somut bir değişimden bahsediyorum. Yani eleştirilen ulusalcı söylemdeki gibi “ay bunlar buraya kadar geldiler” derdinde değilim. Kişisel alanınızda ne yaparsanız yapın, ama yayın verememiş adam profesör oluyor, doğru düzgün insan yüzü çizemeyen, parmağıyla beş yaşındaki çocuktan kötü resim yapan ırkçı hoca sanat bölümü başkanı falan oluyor, üniversite mezuniyeti bile şüpheli olan adam, “gerçek” profesörü eğitimli diye aşağılıyor. Kendinde olmayan değerden (bkz. penis envy, bakın yine buraya bağladık) kaynaklı nefretle, o değere gerçekten sahip olan kim varsa ayağını kaydırıp yerine geçmeye çalışıyorlar. Bu yüzden devlet dairelerinde çalışanların hemen hepsi aynı tür bıyığa sahip. Dışarıda kadro bekleyen, daha yüksek puanlı, daha başarılı ve daha çok hak eden kişi onları ezebilir, maazallah hakkını falan arayabilir, güzeli, büyüğü ya da yeniyi değil doğruyu, bu ülke için gerçekten iyi olanı yapabilir. Oysa dik durması gerekirdi, düşük puanlı (kontrol edilebilir) ama vatansever (dik) olsa daha iyi olurdu. Dil bilmeye gerek yok tercüman var, Excel bilmeye gerek yok sekreter var, muhasebe bilmeye gerek yok muhasebeci var, matematik bilmeye gerek yok hesap makinesi var. E kardeşim, sen ne işe yarayacaksın? Ot gelip ot mu gideceksin? Dünyaya, hayata, insanlığa ne katkın var senin? İşte bunları bitirirse bu kalitesizlik, çiğlik, özetle kıroluk bitirecek.

Küçükken mahalleden bazı abilerle sohbet ederdim. Onlardan “biz hayat üniversitesi okuduk” diye övünenlerin hali ortada, bakın üniversite okuyanların da demiyorum, maddi durumundan ya da başka sebeplerle okuyamamış ama uğraşmış olanların da hali ortada. Yani mesele keskin çizgilerle ayrılmış formaliteler falan da değil. İnsan olarak kendini ileriye taşımaya çalışan insanın hali başka oluyor. Oysa “bunlar” öyle değiller. Belki yüzyıllardır içimize işlemiş bir kolay yoldan yolunu bulma, kendine ve insanlığa zerre faydası olmayan şeylerle övünme gibi acayip şeylerimiz var. İşte bu dönemde bunlar resmiyete döküldü, cidden agresif bir hal aldı. Şirketin varsa ihale alamıyorsun, iyi yapacak, verimli olacak olana değil tanıdığı olan insanlıktan nasibini almamış, sokakta görsen yolunu değiştireceğin tiplere veriliyor. Ev yaptıracak olsan sana kat izni vermezler, ama bazıları mahkeme kararlarına falan rağmen çirkin çirkin, tasarımında 3’ten fazla IQ puanı kullanılmamış evleri balyasıyla her yere dikiyorlar. İşte belki de AKP seçmeni bu rüyadan uyanmak istemiyor. Ne güzel kentsel dönüşüm var, değer de görüyorlar. Koca İstanbul’da yolunda yürünecek iki üç yer ya vardır ya yoktur. Gelen turist de hayvanat bahçesi gezer gibi geziyor, bir tek kafesimiz eksik. İşte bu rüyadan uyanmak istemiyorlar. Biz, her birimiz dahil tüm Türkiye vatandaşlarının dünyada ikinci-üçüncü sınıf vatandaşlar olduğunu, her türlü sıralamada dibe uğradığımızı, mutlu olmak için neredeyse tek bir sebebimiz kalmadığını, hayatımızın bok gibi olduğunu görmek istemiyorlar. Elin genci işsizlik maaşıyla tüm Avrupa’yı dolaşırken İstanbul’dan Ankara’ya uçakla gidecek para bulamamışız ve kapalı alanda on saattir giydiği ayakkabısını çıkartıp uyuyanlarla gitmeyi gelenek bellemişiz gibi. Büyük ülkeyiz, güçlü ülkeyiz geyikleri sadece manasız değil, ayrıca yalan da. Değiliz lan işte. Öyle olduğumuz zaman çok bir şey mi olacak, o ayrı, ama değiliz. En saçma yalanları ağzımıza dolayıp kendi kendimizi tatmin ediyoruz.

Şapkanın çıkıp kelin gözükmesini istemiyoruz. Bu yüzden nerede güzel, başarılı, eğitimli, yararlı, en azından yaralı parmağa işeyebilecek insan varsa ya hapiste, ya sorgulanıyor, ya aşağılanıyor, ya şiddet görüyor. Aman birisi güzel bir ev yapar da bizim o bayıldığımız beton yığınları utançlarından temelleri salarlar korkusu. Aman birisi güzel bir şey söyler de bizim o bayıldığımız değerlerimizin saçma salak şeyler olduğunu tekrar tekrar görmüş oluruz korkusu. Aman birisi güzel bir heykel yapar da biz anlamayız, anlayan bizi ezmesin, yıkalım bari kafası. Bu yüzden eğitim sisteminin altını da iyice oydular ya zaten. Siz bunun on sene, yirmi sene sonrasını görün. Yürürken duvara çarpıp ölecek salaklıkta bir nesil yetişiyor. O nesil yetişmese bu kadar yalanı toprak bile almaz çünkü. Okumayan, araştırma yetisi olmayan adama daya televizyonu, daya diziyi, daya saçma sapan değerleri. O nesil yetişecek ki rüyadan uyanılmayacak. O nesil yetişecek ki yüzüne bakıp insan diyebileceğin nesiller yetişmesin, kimse çıkıp “yalan söylüyorsunuz ulan” diye bağıramasın.

Çok uzatmak istemiyorum, yeterince uzadı zaten.

Olan size olacak arkadaşlar. Bu çirkinlikler yuvasında olan size olacak. Rüşvetle, fuhuşla, tanıdıkla iş yaptıran iş adamına hiçbir şey olmaz. Milletvekili maaşıyla aile boyu milyar dolarlık servet yapana da bir şey olmaz. Bu ülkede hiçbir kötülük ceza almaz, hiçbir iyilik de cezasız kalmaz. Bunların içinde yer alan, dışından destek veren kimse de masum kabul edilemez. Anlamaya çalışmamız gereken bir şeyin ortasında değiliz. 12 yıl oldu (ulan) 12 yıl oldu. Ama olan size olacak küçük arkadaşlar. Sizin büyükleriniz ucundan azıcık adalet görseler o servetlerini de alıp midesi onları kabul edecek bir ülkede krallar gibi yaşamaya kaçarlar. Bak Soma’dan sonra adalet nerede var? Hangi “büyük” bedel ödedi? Siyaseti bırak, holdinge bile bir şey olmadı. Kimse AKP’nin ona layık gördüğü gibi yaşamayı hak etmiyor, insanız hepimiz. Yarın yine her şekilde onlar kazanacaklar, ama umuyorum ki biz bitsek bile yenilerimiz gelir. Onlar da adaletsiz şekilde, hileyle, hurdayla, cinayetle, bezdirmeyle, korkutmayla kazandıklarıyla kalırlar.

Yarın yine onlar kazanacaklar, ama bu şerefli bir galibiyet olmayacak. Zalim dünya hepimize sabır versin.


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.