Kafamdaki Seçim Sistemi

Önerilen dar bölge seçim sisteminin hiçbir yönü iyi gözükmüyor. Bununla ilgili yorumlarımı Twitter hesabımdan uzun uzun yaptım zaten. Üşenmeyiz derseniz inip inip okuyabilirsiniz. Yine de kısa bir açıklama yapalım gündemi takip etmeyen ya da konuyu hiç bilmeyenler için.

Bu geyiğe aşina olanlar sıkılmamak adına önerdiğim üçüncü formata atlayabilirler.

AKP kanadı dar bölge seçim sistemi ve %5 baraj öneriyor. AKP karşıtı taraftan bazı kişiler de böyle bir düzene karşı, ama iki turlu olursa adil olabilir diyorlar. Yani öneriye göre birkaç yüz bin kişilik dar bölgeler oluşturulacak, ilk tur seçim yapılacak, eğer ilk turda %50’den fazla oy alan çıkarsa o bölgeyi o temsil edecek, eğer çıkmazsa en çok oy alan ilk iki kişi arasında ikinci tur yapılacak, onu kazanan ceylan derisi kırmızı koltuğa oturacak. “Karşıdan destekleyenler”in argümanı ise şu: seçim iki turlu olacağı için seçilen aday en az yüzde ellinin içine sinecek biri olacak. İyi de kardeşim, baraj olayına da, seçim sonuçlarının siyasete yansımasına da, “çoğunluğun diktatörlüğü oluşuyor”, veya “bu çoğunlukçu bir sistem” diye karşı çıkmıyor muyduk? %51’i kapanın diğer %49’la ilgili hiçbir hizmet, eğitim çözümü, görüş temsili olayına girmesine gerek kalmıyor.

Örneğin 300 bin kişilik bir “dar bölge”de Ateistleri temsil edebilir misiniz? Ülkenin herhangi bir yerinde 150 binden fazla Ateist’in bulunduğu dar bölge yok. Ateist örneği sadece örnek, bunu ideoloji, etnisite, pragmatik yönelim, cinsel kimlik, veya herhangi bir şey diye okuyabilirsiniz. Ya da başka, alakasız bir örnek. Herhangi bir dar bölgede Ermeni birinin milletvekili olma şansı var mı? Yine kafadan 300 bin kişi desen, ulan, ülkede 150 bin Ermeni vatandaş yok zaten. Herhangi bir dar bölgeden çoğunlukçu şekilde çıkan herhangi bir adayın, Ermeni vatandaşların herhangi bir sorununa eğilme, onların kültür ve/veya kimliklerine yönelik hizmet ve çözümlerde bulunma gibi şeyler için hiçbir sebebi yok. Ülke siyasetine ve toplumdaki nefrete uzakmış gibi davranmayın, işler nasıl yürüyor biliyoruz. Bu ülkenin %65’i civarı Yahudi komşu istemiyor, %90’ı hayatında bir tane bile Yahudi tanımamışken. Yahudi vatandaşlarımızla ilgili herhangi bir vaatte bulunan bir insanın, bu ortamda “en dar bölgeden bile” seçilebilme ihtimali var mı? Diğer konuları Twitter’da uzun uzun anlattım, tekrarlamak istemiyorum.

Özetle, bir siyasi görüşün %51.0001 oy alıp %100’le temsil edildiği distopik bir düzen düşünün. İnanın bana, bu, şu an kullandığımız sistemin %49.9998 barajlı halinden daha adaletsiz olur nümerik olarak. Şu an kullandığımız sistem mükemmel demiyorum, ama şu demokrasi ve insanlık dışı ortamda dar bölge seçim sistemi kabus olup üzerimize çöker. Bununla ilgili biri şu anki sistem üzerinden, biri farklı ama makul, bir diğeri farklı ve şu an makul gözükmeyen sistemler önereceğim.

1) Aynı sistemin pratikte barajsızı

Milletvekili sayıları ve bölgeler arası hesaplamalar nedeniyle tamamen barajsızlık mümkün değil. Demokrasi anlayışı gelişmiş diyebileceğimiz ve bizimle aynı sistemi kullanan ülkelerde bile baraj var. Ama bu bizdeki gibi değil de, %4, %2, %1.5 gibi temsili barajlar. Şu an uygulanabilecek en iyi yöntem mesela %2 gibi bir temsili barajla (pratikte barajsız diyebiliriz) aynı sistemin devam etmesi gibi gözüküyor. Yoksa iktidar tarafından önerilen ve muhalif bazı kesimler tarafından da “sazan gibi” üstüne atlanan önerilerin hepsi çoğunlukçu kabus getirir. Yapılan hesaplamalar şu anki durum düşünüldüğünde AKP’nin %50 toplam oy oranıyla %70-80 bir temsile sahip olabileceğini gösteriyor dar bölge sisteminde. Ki her zamanki terane, kendilerine yaramayacak olsa değiştirmek istemezler zaten. %5 barajlı dar bölge sistemi getirseler mesela, zaten %5 baraj olmasının hiçbir manası olmayacak; en fazla bir adayın %5’ten fazla aldığı bir düzende teoride manası var, ama %5’ten az alan en yüksek oylu adayın ikinci turda galip gelmesi komik bir ihtimal. Cidden sıkıntılı, çok sıkıntılı. Böyle bir şeyi getirip yıllarca “barajı düşür dediniz düşürdük, daha ne istiyosunuz, bakın yine kazanamadınız” diye kafamızı becerecekler, %50 oyla %70-80 oranında temsil edilirken yapacaklar bunu.

2) Milli Bakiye Sistemi

Bu sistem ülkemizde bir kez 1965 seçimlerinde uygulanan sistem. Değerlendirilmeyen artık oylar partilere dağıtılıyor. Yani aşağı yukarı adil bir orana yakın, azınlığı ön plana çıkartan bir sonuç ortaya çıkıyor. Bu sistemle %3 oy alıp 15 milletvekili çıkartan TİP, sistemin apar topar kaldırılmasıyla ertesi seçimde sadece 2 milletvekili çıkartabilmiş. Genel olarak buna yakın bir sistem, örneğin artık oyların “tüm partilere”, “eşit” şekilde dağıtılmasıyla (baraj sistemindeki gibi oy oranına göre değil) toplumda az kişi tarafından benimsenen görüşlerin ve isteklerin temsili için iyi bir sistem olabilir. %2X oy alanın %X oy alandan daha çok temsil hakkı olması zaten demokrasi zannettiğimiz bir saçmalık. Her görüşün eşit şartlarda mücadele etme hakkı olması lazım. Bu oy oranları o kadar uçuk değişen oranlar değil. Bahsettiğim sistemle A partisi B partisinden daha çok aldıysa, üstüne gelen katkı eşit olduğu için halen daha çok almış olacak zaten.

3) Ters orantılı, belki çok uçuk seçim sistemi

Bunu demokrasinin diktatörlüğü gibi görebiliriz. Herkesin en sağlam şekilde temsil edilmesinin dayatıldığı bir sistemi böyle görebileceksek. Önerim ters orantılı oy & milletvekili sayıları ve %50 üzerinde temsilin yasaklanması.

* 1. Örnek

İki parti olduğunu düşünelim. Biri %90, biri %10 oy almış olsun. İkisi de eşit milletvekili sayısına sahip olacak. Yoksa herhangi bir diğer, mevcut seçim sisteminde %10’luk görüşün veya isteğin temsil edilmesi mümkün değil pratikte. %90 oy alan parti yine iktidar olacak ve yürütme erki olarak üstüne düşen görevlerde ülkeyi temsil edecek, ama karara %50’den fazla etkisi olmadığı için %10 oy alan kesimi dinlemek, birlikte çalışmak zorunda kalacak. Eğer bu oran %99’a %1 olsa bile bir parti en fazla %50 milletvekili çıkartabilecek. Bir kişinin bile görüşü ciddi ciddi tartışılabilecek.

*2. Örnek

Dört parti olduğunu düşünelim. A partisi %50, B partisi %30, C partisi %15, D partisi %2 almış olsun.

Sayıları tamamen atıyorum, A partisi 50, B partisi 51, C partisi 30, D partisi 6 milletvekili çıkartacak.

A partisi yine iktidar olacak ve yürütme erkinin başına oturacak. Ama tek başına hiçbir şey yapamayacak. 51 milletvekili olan B partisiyle ilgili bir sorun çıkarsa diğer partilerle ortaklaşa çözüme ulaşabilecek.

*3. Örnek

Birçok parti olduğunu düşünelim. Birinci çıkan partinin temsil oranları (milletvekili sayısı) ikinciyle eşit olabilecek ama yüksek olamayacak. İktidar ve ana muhalefet eşit şartlarda “mücadele etmiş” ya da “tartışmış” olacak. Bunun dışında diğer partilerin temsil oranlarını belirlemek için:

İkinci partinin temsil katsayısı 2 olacak. Örneğin %30 oyla 60 milletvekili çıkartsın.

Üçüncü partinin temsil katsayısı 3 olacak. Örneğin %19 oyla 57 milletvekili çıkartsın.

Dördüncü partinin temsil katsayısı 4 olacak. Örneğin %7 oyla 28 milletvekili çıkartsın.

Bu böyle gidecek. 1 milletvekili çıkartan partiden sonraki oylar sayılmayacak, ama o ana kadar cidden, mecliste, bizzat, %0.0bilmemkaçlara kadar herkesin görüşü, isteği temsil edilebilmiş olacak.

Bu herhangi bir baraj mantığından bağımsız ve çok daha mantıklı. Sayılar tamamen atmasyon. Örnekleri çoğaltabiliriz. Mesela ikinci partinin temsil katsayısı 1.2 olur, üçüncünün 1.4, dördüncünün 1.6 olur. Az sayıdaki insanı daha iyi temsil etmek istiyorsak şöyle de olabilir:

İkinci partinin katsayısı 1.1, üçüncünün 1.3, dördüncünün 1.7, beşincinin 2.3, altıncının 3.1 diye gider. Ancak bu korkunç oranda artacağı için mesela 7 parti sınırı koyulur. Aşağı yukarı %0-1 arası görüşler yine temsil edilebilir.

Bahsettiğim şeyin dünyada bir örneği olduğunu sanmıyorum. Amerikan sisteminde çeşitli erklerin birbirlerini denetlemesi şeklinde, aynı formatta olmasa da, uygulamada bu “kimsenin %50’den fazla temsil gücü olmamalı” ilkesi yer alabiliyor. Benim dediği gibi olmasa da, bu tarz şeyleri uygulayan ülkelerde ufak tefek sıkıntılar yine olabilse de, kimse çıkıp sapça sapan kanunlar çıkartamıyor. Kendi gücünü, yine o gücü iyice arttırmak için kullanamıyor.

Bu önerdiğim son “uçuk” örnek gerçekten uçuk, ama uçuk durumlar uçuk çözümler gerektirir. 50 yıl sonra demokrasi anlayışı iyice gelişip dünyanın yarısı bu sisteme geçerse “yıllar önce o meşhur yazıyı okumuştum” demenizi umuyorum, aslında bunun olabileceğine ve olması da gerektiğine de cidden inanıyorum.

Burada birkaç şeyden yola çıktım.

  • Kimsenin çoğunluğunu kullanarak tahakküm kurma hakkı olmamalı. Kimse “kafasına göre davranabilme” rahatlığına sahip olmamalı. Her adımda diğerleri de düşünülmeli. Her adımda, “ben iyi olmazsam birileri iyi olur” düşünülmeli.
  • Herkes elinde bulunan makamın hizmet için olduğunun farkında olmalı. Hizmeti vermek için oradalar, almak için, kendilerini büyütmek için değil. Ve bahsettiğim sistemde “iyi iş çıkartamıyorlarsa”, pıt diye, tek hamlede gönderilebilirler, ya da çözüme yönelinip düzeltilebilirler. Aynı sistemde CHP iktidar oldu diyelim. Çözüm sürecini mi yürütmüyor? Karar alacaksın, yürüttüreceksin. Ya da yerel manada, trafik sorunu mu çözülmüyor? Karar alacaksın, çözdüreceksin.
  • Herkes ortak payda ve herkesin optimum mutluluğu için çalışmalı. İstersen %90 oy almış ol, %50’den fazla temsil edilemediğin ve az olanın seninle aynı şartlara yakın mücadele etme şansı bulduğu ortamda, mecburen ortaklaşa çalışmak durumundasın. Bu muhalefet için de geçerli. Bir şeyleri geliştirmeyen, çözmeyen bir muhalefet partisi var diyelim. Zaten hiç kimsenin %50’den fazla temsil edildiği yok, diğer partiler iktidarla birlikte geliştirirler, çözerler. O muhalefet partisi de bir sonraki seçimde siyaset sahnesinden silinir.

Genel olarak önerilerim ve açıklamalarım budur. Sorusu olan buradan yorum yapabilir ya da bana mail atabilir: iletisim@yusufsalman.com


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.