Dershanelerle İlgili Yanlış Argümanlar

Baştan kişisel görüşümü belirteyim, sonra açıklamaya girişeyim diyorum. Hayır, dershaneler kapatılmamalı; ancak ayrıca hayır, bu konudaki çıkış noktam eğitim veya para da değil. Konu dershanelerin kapatılması olunca ülke çapında dershane sektöründen ciddi gelir sağlayan tek bir oluşum var. Diğerleri de gelir sağlıyorlar ama o kadar ciddi bir gelir değil bu. Dolayısıyla biz ne söylersek söyleyelim konu siyasileşiyor, duygusallaşıyor ve ortaya açıklanamayan, aslında hiçbir manası olmayan argümanlar çıkıyor. Bunları teker teker inceleyelim.

  • Dershaneler sorunun değil, çözümün parçalarıdır. Konuyla ilgili olarak önce sorunu ortadan kaldırmamız gerekir.

Kesinlikle sorunu ortadan kaldırmamız gerek, ancak ortadan kaldırılacak bir soruna sahip olmamız, dershanelerin bu sorunun çözümü olduğunu kabullenmemizi gerektirmiyor. Sonuçta dershaneler belli başlı sınavları geçmek üzere hazırlanmış kurslardır, eğitim değil “sınav geçirme” amacı güden kurumlardır. Eğitim sistemimizle ilgili en büyük sorunlardan birinin bu “ne şekilde olursa olsun sınav geçme” çözümsüzlüğü olduğunu düşünürsek, evet, dershaneler sorunun da birer parçasıdır. Ezbere ve “ölçme yetisi olmayan” sınavlara dayalı eğitim sistemini pekiştiren ve içinden çıkılmaz hale getiren dershaneler uzun vadede yarardan çok zarar getireceği gibi, kendilerini sistem için vazgeçilmez kılacaklardır. Şu an eğer dershane eğitim sisteminin çarpıklığı konusunda “salt sınav geçirme adına” dahi olsa tek çözüm gibi görülmüyorsa bile, çok yakın bir zamanda bu seviyeye geçilecek.

  • Dershaneler kaldırılırsa ülkede kaos olur, zaten sıkıntılı eğitim sistemimiz ciddi zararlar görür.

Dershaneler yukarıda da belirttiğimiz gibi “eğitim” kurumları değiller. Dolayısıyla eğitimden beklediğimiz yararları ortaya çıkartmıyorlar. Mesela öğrenme sürecine katkıda bulunma düzeyleri çok yüksek değil. Bilgi veya yöntem açısından gerçek hayatta kullanılabilecek veya uzun vadede kişisel gelişim hızını arttırabilecek yararları yok. Konsantre ve hızlandırılmış programlarla adı ve formatı sürekli değişen sınavlarımıza “geçen aday” hazırlıyorlar. Aslında sınavlarımızın sürekli değişiyor olması da dershane sistemini dayatıyor. Burada şimdi dershane size çok şey katan bir yer midir? Bir örnek verelim:

Screenshot 2013-11-18 00.28.19

Burada tipik bir dershane çözümü örneği görüyoruz. Dershanelerde “ayıp olmasın” diye iki çözüm yolu da gösterilir. İkisi de çok ahım şahım şeyler olmasalar da ikincisinin belli bir mantığı vardır, çözümü mantıklı açıklamalarla ortaya koyar. Birincisi ise ikincisinden yola çıkılarak oluşturulmuş bir şey. Bu bir kere gösterildikten sonra bunun çıkış noktası yok. Uzun vadede öğrenci ikinci yolu unutacak, çünkü birinci yol ona “zamanla da yarıştığı” sıkıcı sınavlarımızda avantaj sağlıyor. İkincisini bilmesine çok gerek kalmıyor. Bununla birlikte en büyük problem sınavların bilgi veya çıkarım yapabilme kapasitesini ölçmek yerine neredeyse tamamen dershanelerde öğretilen bu “mini çakallık”lara yönelik olması. Ben kendim sınava girdiğim dönemleri hatırlıyorum. Hem sayısal, hem sözel soruların önemli bir kısmı dershanelerde öğretilen bu küçük çakallıklara dayalı sorulardı. Mesela açıklaması, çıkartması çok uzun bir matematik sorusundaki tek formüllük ezberi bilmeyen öğrenci ya yapamıyordu (şimdiki sorular da aşağı yukarı öyle), ya da bir soruda birkaç dakikasını kaybedip stres ve zaman problemiyle boğuşuyordu. Ya da Türkçe soruları okuduğunu anlama, dili kullanabilme, inceleyebilme kabiliyetinden çok dershanelerde öğretilen çakallıklara yönelikti. Zaten öğrenciye zorluktan başka bir şey için hazırlanmadığı belli olan, seçici veya ölçücü olmayan Türkçe sorularından bahsediyorum. Upuzun paragraflar sadece dershanelerin öğrettiği, eğitim manasında hiçbir şeye katkı sağlamayan yöntemlerle çözülebilecek örneklerle doluydu, yakın zamandaki sınavları takip ettiğim kadarıyla halen de öyle. Yani meselemiz “dershanelerimiz muhteşem boşlukları dolduruyor, kaldırılırsa kaos olur” değil. Meselemiz maalesef o boşlukların “nedense” dershanelere göre hazırlanması. Dershaneler kalkarsa da kaos maos olmaz. Belki o çakallıklara sığınmayan öğrenciler, o çakallıkları gerektirmeyen sınavlara çalışırlarken kendilerini daha kaliteli ve ileriye dönük yetiştirme imkanına sahip olurlar.

  • Dershanelerin kaldırılması zengin olana zarar vermez ama parası olmayan öğrenci geri kalır. Bu da bir haksızlık ortamı yaratır.

Bugün dershaneler özellikle üniversite sınavlarına hazırlanmakta olan aileler için ciddi maddi yük oluşturuyorlar. Asgari ücretle veya emekli maaşıyla idare edip binlerce lirayı “sırf başka öğrencilerin öyle imkanları var, bizimkinin de olsun” diye dershanelere döken aileler mevcut. Sanki dershaneler bedava hizmet veriyormuş gibi bir dil kullanılıyor. Bu dili kötü niyetli ve rahatsız edici buluyorum. Dershanelerden hizmet alan öğrencilerden burslu olarak okuyanlar ülke çapında kayda değer bir oranı bile sağlamıyorlar. Yani genele  baktığımızda oranları cidden “yok denecek kadar az” durumda. Öte yandan ortalama bir özel okula giden öğrenci de maalesef aşağı yukarı dershaneye vereceği kadar para ödüyor. Yani dershanelerin kaldırılması belki özel okul piyasasını canlandırabilir. Belki daha da ucuzlar bu okullar ve yıllık 4-5 bin lirayı dershaneye, bu miktarın aşağı yukarı yarısını devlet okuluna yatıran aileler, bu paranın tamamından belki biraz daha azını özel okullara yatırabilirler. Halihazırda burslu şekilde dershaneye gidenler zaten çoğunlukla kaymağın da kaymağı bir başarı düzeyine sahipler. Diğer öğrencilere göre zaten avantajlılar. O kadar başarılı olmayıp maddi durumu nedeniyle burs almış öğrenciler zaten maddi yardıma ihtiyaç duyan öğrenciler. Bu yardımı kendilerine sağlayabilecek tek kurum “dershane” değil. Dolayısıyla dershanenin gelir dağılımı eşitsizliğinden kaynaklanan sorunlara çözüm getirdiklerini de söyleyemeyiz. Sonuçta bir ya da birkaç yıl dershaneye giden öğrenci sadece o yıllarda bu imkandan faydalanıyor. Dershaneden çıkıp altına araba çekmiyor, borçlarını ödemiyor. Bunun totalde bir getirisi yok zaten. Daha çok para verip çok daha iyi bir eğitim alan insan zaten dershaneler varken de akranlarından çok daha iyi bir eğitim alacak.

  • Dershaneler birer sonuçtur, sebep değildir.

Yukarıda uzunca açıkladım. Sınav sistemi “nedense” dershanelerdeki yöntemlere göre belirleniyor ve ölçücü, seçici değil. Yapılan araştırmalar üniversite sınavı sonuçlarıyla üniversitedeki not ortalamaları arasında pozitif bir korelasyona işaret ediyor, ancak bu da ölçüt değil. Neden? Çünkü korelasyon sebep-sonuç belirtmek durumunda değil. İki veri de öğrencinin sosyo-ekonomik arkaplanından, bireysel özelliklerinden besleniyor. Dershaneyle başarılı olabilen öğrenci zaten üniversitede veya başka alanlarda dershane diye bir kavram yokken de başarılı oluyor. Buradaki temel etkenin dershane olduğunu söylemek manipülasyondur. Dershaneler eğitim sistemiyle sınav sisteminin uyuşmaması sonucu oluşan boşlukları dolduruyor, evet, ancak bu boşluklar “böyle gelmiş böyle gider” edasıyla günden güne daha da genişliyor. Yani dershane gibi bir kavramın varlığı, aslında bu boşluğun eğitim sistemi üzerinden kapatılmasının önünü kesiyor. Bu açıdan dershaneler sebep de oluveriyor işte.

  • Dershaneler okullarda öğretilemeyeni kısa zamanda öğretebilen kurumlar olarak eğitim sistemini taşıyorlar.

Dershaneler birçok okulda, hatta en iyi okullarda bile öğretilebilecek şeylerin önünü kesiyorlar. Örneğin rapor alma geleneğini teşvik ediyorlar. Dershane kavramının varlığından cesaret alıp kendini o yönde kanalize eden öğrenci sınav dönemi yaklaştığında okuldaki derslerini boşluyor, okul yöneticileri öğrencilere hiçbir mantığı olmayan izinler, raporlu devamsızlık imkanları sağlıyorlar. Yani şu an tipik bir öğrencinin kafasındaki tek şey “ben şunu dershanede öğrenirim, okulda öğrenemem, öyleyse okulun bana hiçbir katkısı yok” gibi bir şey. Öğrenci dershanede kayda değer yöntem veya bilgi almıyor, küçük geçici çakallıklar öğreniyor demiştik zaten. Eminim bu konularla ilgili araştırmalar da vardır, ama ben size kendi çevremden yaptığım gözlemin ve ülkedeki üniversite sisteminin içeriğinin çıkarımlarını aktarayım. Üniversitede kullanılan bilgi, veya üniversitede bilgi kullanımına öncü olan, hazırlık olan bilgi lise eğitiminden geliyor. Dershanelerde öğretilen küçük çakallıklar veya hızlandırılmış bilgi konsantreleri bir işe yarama potansiyeline sahip değiller. Ortalama bir üniversitede zaten “çoktan seçmeli cevap” sistemi de uygulanmıyor, daha çok bilginin ve yöntemin derinine inme kaygısı var. Bu da dershanede elde edilen yöntemin geçersizliğini gösteriyor. Lisede alınan bilginin üniversite dışında hayatın gidişatı içinde de kullanılma ihtimali var. Dershanede bu yok. Dershanede gerçekleştirilen şeylerin çoğu öğrencilerin halihazırda sahip oldukları donanımdan yürüyor, yani dershaneler olmasa da gerçekleşebilecek şeyler. Uzun vadede ise hiçbir yararları yok.

  • Dershane öğretmenleri tatil demeden, gece gündüz demeden öğrenci yetiştiriyor.

Babalarının hayrına yetiştirmiyorlar. Hem “yetiştirme” nedir? Bahsettiğimiz dershane öğretmenlerinin çoğu okullarından aldıklarına ek gelir olsun diye, veya atanamadıkları için iş olsun diye, veya bunlarla bağlantılı veya bunlardan bağımsız olarak “siyasi” sebeplerle belirli oluşumların içindeler. Biz her ne kadar duygusal mana yüklesek de öğretmenlik de bir meslek. Para karşılığı yapılan bir iş. Eğer dershanede yatıp kalkan, karın tokluğuna sırf ilginç bir felsefi kaygıdan dolayı gece gündüz öğrenci yetiştirmek için canını dişine takan öğretmenler varsa bilemeyeceğim. Sizce var mıdır? Yoktur. Bu ülkede çalışma şartları zaten herhangi bir meslek için sıkı ve getirisiz. Bunun faturası, çoluğu çocuğu olacak bazı insanlar için. Belki çok komik miktarlarda para için dershanelerde sıkıntı çeken “özellikle genç” öğretmenler vardır, ancak bu sadece ayrı bir sorunun varlığına işaret eder. Beğendiğimiz futbolcu gol atınca seviniyoruz ama o futbolcunun milyonlarca lira kazandığını göz ardı ediyoruz mesela. O da meslek, bu da – o kadar getirisi olmasa da – bir meslek. Öğretmek ve yetiştirmek adına aklında kutsal bir felsefe olan öğretmenler de olabilir, ancak bu mesele çok kişisel. Takdir etmek başkadır, kendini borçlu hissetmek başkadır. Özellikle bu ülkede birilerine kendimizi borçlu hissetmeye bayılıyoruz. Ortada güzel bir şey varsa takdir edelim de, bu bizim eksikliğimizden, vs.mizden kaynaklanan bir şey değil, neyine borçluyuz? Ben geriye dönüp baktığımda çoğunlukla kaliteli okullarda, kaliteli öğretmenlere denk geldim. O güzel insanların hepsi elleri öpülecek insanlar. Buradan da teşekkür ediyorum, bana katkılarını takdir de ediyorum. Yine de özellikle bir dershane ortamında, tatil ve gece dönemlerinde çalışıyor olmak bir fedakarlık değil, maddi bir tercihtir. Eğer bu tercihte bir zorunluluk varsa o zaten bir fedakarlık değil, bir zorunluluktur.

Kısacası bu işi duygusallaştırmanın gereği yok. Dershaneler, özellikle belli bir tekele ulaşmak üzere olan versiyonları, öğrenci üzerinde psikolojik baskı kurmaktan başka bir işe yaramayan indoktrinasyon yuvalarına dönüşmüş durumda. “Bu tür” dershanelerdeki öğrencilerin çoğu, belki çalışarak, bir şeyler öğrenerek geçirecekleri zamanın önemli bir kısmını belli bir siyasi odağa hizmet etmeye, ya da kendilerini o ortama ait hissetmiyorlarsa kafaları içinde türlü çelişkiler yaşamaya harcıyorlar. Ben kendi zamanımdan hatırlıyorum. Namaz kılmayan, namaz kılmadığı ve muhtemelen kılmayacağı da bilinen öğrenciye çalışmasının ve hatta deneme sınavının ortasında ısrarla “biz namaza gidiyoruz, istersen sen de gel, gelmezsen sen bilirsin” denilen ortamlardan, ders dışı sohbetlerde “komünizm şöyle kötüdür” muhabbeti yapılan yerlerden bahsediyoruz. Bu tercihe bağlı öneri gibi gözükebilir ama o yaşlardaki öğrencilerin girdikleri ortamdaki sosyal ilişkiler konusunda ne kadar duyarlı oldukları, kendilerini arkadaşlarının sosyal grubuna ait hissetmedikleri durumlarda nasıl çelişki yaşadıkları, üzerlerinde tamamen gereksiz bir psikolojik baskı hissettikleri de ortadadır. 18 yaşından küçük insanlara siyasi veya dinsel indoktrinasyon yapılması ve bunun tercihe bağlı gösterilmesi herhangi bir eğitim sistemi için kabul edilebilir bir şey değil. Bu noktada tabii aileye de büyük iş düşüyor. Ailenin de bu indoktrinasyonu yapmaması, yapılabileceğini düşündüğü kurumlardan çocuğunu uzak tutması gerekiyor, ancak bireyin gittikçe önemsizleştiği, aile kavramının Demokles’in Kılıcı şeklinde dayatıldığı bu ortamda her türlü gençlik mühendisliği yapılabilir. Belki sadece “öğrenciye yönelik” uygulamalara girişilmesi gerek. Temel hak ve özgürlükler açısından “muhafazakar ailenin çocuğu muhafazakar olmak zorunda” gibi bir şey yok. Dayatan aile de olsa buna karşı çıkılması gerek. Bu da maalesef genel bir felsefi problem, dershanelerle alakalı değil. Dolayısıyla dershanelerin kaldırılması bunun için de bir çözüm değil.

Dershanelerin kaldırılmasının kayda değer bir problem oluşturmayacağından bahsettim. Maalesef başka bir problemimiz daha var: sınav sistemi, ölçüm yöntemleri ve okullarımızdaki eğitim kalitesi arttırılmadığı sürece dershanelerin kaldırılmasının çok büyük bir getirisi de olmayacak. Bunun dışında bu kurumların özel sektör girişimleri olduklarını da kabullenmemiz gerekiyor. Eğitimde total kaliteye ek olarak özgürlük ortamı da önemli. İnsanların bilinçlendirilip çocukları için en iyi eğitimi, çocuklarının istek ve yönelimleri doğrultusunda seçmeye sonuna kadar hakları var. Ben dershaneleri eğitim sisteminin tümörleri olarak görüyorum, ancak elimdeki tüm bilgiler ışığında, bu görüşün dershanelerin kapatılması konusunda bir serbesti sağlayacağını, sağlaması gerektiğini de düşünmüyorum. İnsanların bilinçli bir şekilde tercih ettikleri, belki bazı nedenlerle tercih etmek durumunda kaldıkları ama tercih etmeleri konusunda kanuni bir zorunluluk hissetmedikleri özel sektör kurumlarının kapatılması piyasaya müdahaledir. Aynen alkol satış saatlerine müdahale gibi. Zira 18 yaşından küçüklerin alkol satın almaları zaten yasaktır ve bunun önüne geçmek için birçok yöntem vardır. Gençler arasında alkol kullanımının azaltılması, kullanmamanın teşvik edilmesi de ayrı bir problemdir. Satıldığı saate müdahale piyasaya müdahaledir. Dershane örneğinde incelenmesi, belki mantıklı şekilde müdahale edilmesi gereken o kadar şey varken problemi salt dershanelerin varlığına indirgemek de başka bir tür kötü niyetliliktir. Evet, bence dershaneler olmasaydı daha iyi olurdu, ama olma özgürlükleri olmalı. Peki çözüm nedir?

Bir şekilde zaten devlet okullarına da masraf yapılıyor. Devlet okuluna gidip akranları gibi dershaneye gidemeyen öğrenci oranı çok çok düşük. Aileler belki ek masraf yapıyor ve ne olursa olsun çocuklarını buralara gönderiyorlar. O kadar bile geliri olmayan aileler konusunda çeşitli kurum ve kuruluşlar burs imkanı sağlayabiliyor. Bu noktada ne düşünürsek düşünelim eğitim sistemimizin halihazırda “paralı” olduğunu söyleyebiliriz. Bu kötü bir şey mi? Önemli ölçüde kötü bir şey. Ama var olan düzen altında insanları “en azından daha da mağdur etmeyecek” bir çözüm dershanelere alternatif oluşturup alternatiflere teşvik etmek olabilir. Örneğin “her devlet okuluna aylık 100 tl civarı bir aidat öde, çocuğun onu dershaneye göndermek zorunda kalmayacağın bir eğitim alsın” gibi bir seçeneği her aile kabul edecektir. Zira dershanelere yapılan aylık ek masraflar yol parası, yemek parası, aylık ücret derken 500, 600, bazen 1000 TL’yi bulabiliyor. Devlet okullarına getirilebilecek böyle bir uygulama belki “her şeyimiz gibi zorunlu seçmeli” paralı eğitimimizin devamını sağlayacak, ve bu kötü bir şey olacak ama kısa vadede eğitim seviyesine katkıda bulunup velileri ve öğrencileri bu dershane tömörlerinden kurtaracaklarsa bu da bir kârdır. Uzun vadede daha mantıklı bir çözüm bulunabilir.

Özel okulların fiyatları cidden düşmüş durumda. Özellikle çevremdeki insanların çocuklarının gittikleri özel okulları takip ediyorum da, orta gelirli bir ailenin çocuğunu devlet okuluna ek olarak dershaneye göndermesi daha bile pahalıya gelebilir. Özel okul açılmasının hem girişimci, hem aile açısından teşvik edilmesi, dershanelerin gerekliliğini zaten ortadan kaldıracaktır. Okul üstüne kurs gibi kurumların varlığı ve gerekliliği herhangi bir ülkenin eğitim sistemi için tehlike çanıdır, sıkıntıdır. Eğer eğitim sistemine katkısı olacaksa devlet okulundan çok özel okul olması sıkıntılı bir durum olmayacaktır. Fazla arz fiyatı da düşürür. Kalite odaklı yaklaşılırsa eğitim seviyesine olumsuz katkısı da olmaz. Tek mesele belki devletin bir çeşit teşvikle özel okul açmayı, belki çocuklarımızı özel okula göndermeyi kârlı ve/veya mantıklı kılması gerekliliği. Gelir dağılımı farkından veya adaletsizliğinden kaynaklanan sorunlar zaten halihazırda varlar, yani bu kurumların bu şekilde devam etmesi buna kayda değer bir katkı sağlamıyor. Şu “ikili eğitim” saçmalığından kurtulursak genel eğitim sistemi ve gelir dağılımı problemlerini uzun vadede çözeriz zaten. Yeter ki zorbalıkla, zorla bir şeyler yapmayalım. Duygusal veya politik kaygılı olmamıza da gerek yok. Bunlar nitekim “iş yerleri”. Ne farklı bir mana yüklememiz mantıklı, ne de problemin tek nedeni olarak görmemiz.


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.