Devlet Hepimizi mi Öldürecek?

26 yıla yakın yaşadım dünyada, bu 26 yıla yakın zamanın hemen hemen hepsi İstanbul’da geçti. Şimdiye kadar şahit olduğum veya takip ettiğim tüm siyasi, toplumsal gelişmeler arasında, son günlerdeki gelişmeler vicdanımı en çok zorlayanlar oluyor. Hâlâ konuyu anlayamamış olanlar veya üstünden bir geçmek isteyenler varsa olayları sırasına göre yazıyorum:

Tüm hukuksal çabalara, ve hatta zaman zaman bu hukuksal çabalar sonuç da vermesine rağmen Gezi Parkı’nın yok edilip yerine tarihimizdeki kara lekelerden biri olan bir “tarihi” binanın yapılacak olmasıyla ilgili Başbakan ısrarı sürüyordu. Oraya bir alışveriş merkezi de kondurulacağı iddialarının sadece iddia olduğu iddia edilerek gündem karartılmaya çalışılıyordu. İstanbul’un orta yerinde, göz kararı bakarsak Taksim Meydanı’nın birkaç katı büyüklüğünde olan, insanların gün içinde gezebileceği, dinlenebileceği bir tek alan kalmıştı. Çevrecilerin çoğunlukta olduğu bir grup sadece buradaki ağaçların kesilip yerine sadece kıçı büyük, tuzu kuru bir zengini ihya edecek bir ticari platform kurulmasına karşı çıkıyorlardı. Yani durum açık ve net şekilde rant vs. halk iradesi idi. Otobüslerin rengine, vapurların tipine kadar anket yapan yerel yönetimler de dahil olmak üzere, hiçbir yönetici, siyaset insanı veya genel olarak hükümete bağlı kişiler bu konuyla ilgili halka danışmadı. Özellikle betonarme çöplüğüne dönmüş Beyoğlu gibi bir yerin ortasındaki en büyük yeşil alanın “birilerinin keyfine göre, hiç kimseye sorulmadan” yok edilecek olması, “özellikle” bölge halkıyla tek kelime muhabbet etmeden gerçekleştirilmeye çalışılıyordu.

Daha önce Gezi Parkı’nda konuşlanan küçük küçük gruplar vardı, birkaç gün önce bu gruplar büyüdü. Şarkı söylemekten tutun, kitap okumaya, gitar çalmaya kadar varan, devletin bekâsına ve çevredeki insanların güvenliğine kasteden kanunsuz işlere bile isteye bulaşan iğrenç teröristler parkı kaplamıştı. En azından hükümet bunu böyle ifade ediyordu. Birinci gün tek suçu orada toplanıp temelde hiçbir şey yapmamak olan insanların yanında bekleyen polisler uyukluyordu, yani “öldür” emri verilmemişti. O günün sonunda çadırlarında uyumakta olan masum insanlara adeta çok büyük bir suç işliyorlarmış gibi biber gazı baskını yapıldı. Yani dünyanın dört bir yanında öpülerek uyandırılan insanlar var, ve bizim burada biber gazıyla uyandırılıyorsun, düşün. Bunu da sabahın 5:00 civarı saatlerinde yapıyorsun. Neyse, kim olduğu belli olmayan üniformasız insanlar – büyük ihtimalle sivil polisler – oradaki hiçbir suçu olmayan insanların çadırlarını bir araya toplayıp yaktılar. Ortada hiçbir sebep yokken. Göründüğü kadarıyla polis de dahil hükümete veya yerel yönetime bağlı hiç kimse bu insanlarla konuşmadı, konuşmayı bırakın, eğer gerçekten birazcık insanlıktan çıkılıp müdahale yapılması gerekiyordu ise takviye ekip gönderilip oradaki kişiler göz altına alınabilirlerdi (bu haksız olurdu, ama şu anki katliamdan evladır). Hayatında haklı bile olsa bir tane bile eyleme katılmamış bu insanlar halk olarak kendi sahip oldukları yerden vandalca çıkartıldılar. Buna gerçekten hiç ama hiç gerek yoktu ve bu inadına, insanlara bile isteye rahatsızlık ve korku vermek adına yapılmış bir tehditti. Bu tehdidi kimin yaptığını hepimiz biliyoruz.

İkinci gün orada daha çok kişi toplandı, iki gün boyunca birkaç CHP milletvekili, sanatçılar, gazeteciler, hayatınızda görmediğiniz sıradan insanlar, gençler, yaşlılar toplanıp kitap okuyarak, şarkı söyleyerek, “bakın, bizim bunu yapabileceğimiz tek bir yer kaldı, biz burada ve çevresinde yaşayan halkız ve sadece bunu yapmak istiyoruz, size ne zararımız var ki” dersi verildi. Sırrı Süreyya Önder iki gün tekrarlanan dozerle park katletme (herhangi bir yıkım izni olmamasına rağmen, gıcıklığına yapılırcasına…) girişimlerini “istiyorsan gel ez” diyerek engelledi. Yine kalleşçe, hiçbir suç işlememiş, muhtemelen işlemeyecek ve hatta muhtemelen şimdiye kadarki gelişmeler boyunca yine işlememiş insanların uyudukları, bazılarının “bulduğumuz gibi bırakalım” adına parkı temizledikleri saatlerde polis yine bir “baskın” yaptı. Bu sefer üç girişi olan parkın tüm giriş çıkışları kapatılıp insanlara açık havada rahatça ölebilecekleri bir gaz odası yaratılmış oldu. Arada yaşlı, çocuk, engelli vatandaşlar da vardı ve nasıl çıktılar inanın hiç bilmiyorum. Bazı vatandaşlar duvardan atlayıp canlarını kurtarmaya çalışırlarken duvar üstlerine yıkıldı. Ciddi yaralanmalar oldu. Olay yerindeki arkadaşlarımızdan gelen videolara, fotoğraflara göre (yani duyum değil, kanıt var ortada diye söylüyorum) sözde “insanları dağıtmak, uzaklaştırmak” için yapılan müdahale (saldırı desek?) insanların ölmeleri, yaralanmaları ya da ciddi sağlık sorunları yaşamaları için her şey yapılarak bir insanlık soykırımına dönüştürüldü. Polis uzaklaştırmak istiyordu ama uzaklaştırmıyordu. Polis dağıtmak istiyordu ama hapsediyordu. Polis iyi niyetliydi ve olay çıkmasın diye uğraşıyordu ama daha “direniş” diye tabir edilen olaylar başlamadan, polisin ilk müdahalesi sonrası yapılan CNN yayınında (CNN Türk değil, dikkatinizi çekerim) göze çarpan ilk şey, polisin TOMA (Toplumsal Olaylara Müdahale Aracı) ile olayın şokunu yaşayan, “bu insanlar nereye koşuyorlar böyle” diye şaşkın bir şekilde etrafına bakınan, the Marmara oteli önündeki bir yaşlı teyzeye zevk için tazyikli su sıkarak kadıncağızı kaldırıma yapıştırmasıydı. O kadın olayların içinde bile değildi, olayların içinde olan kişilere bu denli ağır müdahalede bulunulması bile haksızken. Polis parkı veya meydanı “temizledikten” sonra da durmuyordu, insanların çoğu ya kaçabildiği kadar uzağa kaçmaya çalışıyor, ya da çevredeki kafelere saklanıyordu. Polis bu insanları sanki tavşan avlıyormuşçasına kaçtıkları sokaklara, kafelere kadar kovaladı ve kapalı alanlar da dahil bulduğu her yere biber gazı sallamaya devam etti.

Polis müdahale ettikçe meydanlara “hiçbir suç işlemeyen ve işlemeyecek” insanlar dolmaya devam etti. Çok samimi bir şekilde inanıyorum ki eğer polis parktan çıkarttığı insanları rahat bıraksaydı, içerde boğulmaları için uğraşmak yerine dağılmalarına izin verseydi, belki yine hepimiz hükümete çok tepkili olacaktık, başka organizasyonlar yapacaktık ama durum bu hale gelmeyecekti. Zaten çoğu hayatında eylem bile görmemiş birçok insan can havliyle kaçarken hâlâ katliam sevdasında olan polis, vicdansızlıkta çığır açmaya devam etti.

İnsanlar kaçacak yer bulamayıp metroya doğru koşuyorlar, daha kimsenin hiçbir şeyden haberi yok koca şehirde. Normal gününü geçirmek için taksime gelmiş çoluklu çocuklu insanlar da metro istasyonuna yukarıdan dolmakta olan gazdan etkileniyorlar. Bu eylemde ısrarın sonucu mu, yoksa daha ilk saatlerde “eylemi bırakıp kaçmaya çalışan” insanları takipte ve nefrette ısrarın sonucu mu? Adam metroya girmiş lan… Metro istasyonunu basan polis içeri gaz bombaları atmaya devam ediyor ve çıkışları kapatıyor. Tekrar ediyorum: çıkışları kapatıyor. İçeride mahsur kalanlar metro ile şişhaneye giderek kurtulmaya çalışıyorlar ama hangi biri kurtulacak, içerisi gaz dolu. Polis anons yapıyor “tamam, açtık, çıkabilirsiniz” diye, kendini gaz odasından kurtarmaya çalışan insanlar çıkışa akın ederlerken bir daha gazı basıyor. Böyle bir sadistlik olabilir mi? Meydanlara insanlar toplanmaya devam ediyor her şeye rağmen, ve her şeye rağmen polis saldırısını, evet müdahale değil saldırısını gittikçe ağırlaştırıyor. Bir tanesi bile çıkıp “ulan bu insanlar bize ne yaptı, neden onları öldürmeye çalışıyoruz” diyecek dirayete sahip olamıyor. TV’ler yayın bile yapmıyorlar. Kiraza zam gelmesinden tutun da, bilmem neredeki penguenlere kadar, Mars’taki radyasyona kadar haberler sürülüyor piyasaya, ama bir kişi bile yaşanan katliamın haberini yapmıyor. On saniye gösterip geçenler de var, ki bunlara bağlı gazete ve yayın organları ertesi gün “göstericiler polise taş ve sopalarla saldırdı” haberleri yapıyorlar. Şimdi interneti takip etmeyen, yüzlerce de değil artık binlerce vahşet belgesini, delilini görmeyen bir insanın yaşanan olaylardan haberi olabilir mi? Ben ikinci gün anneme iki üç tanesini gösterdim bu delillerin, kadın ağladı. O zamana kadar böyle bir şeyden haberi olmamış olmasına şaşırdı. İşte biz sermaye ilişkileri, özgür basın falan diye yırtınırken bunlardan bahsediyorduk. Böyle günlerde ne gibi bir sorunla karşılaşabileceğimiz ortada artık. Ve ısrarla hâlâ haber yapmıyorlar. İnternete erişimi olmayan ve sağdan soldan bir şeyler duyan halkın önemli bir kesimi de göstericilere terörist diyor, devletin ve milletin malına, canına, bekâsına kasteden(!) bu insanlara ateş püskürüyorlar. Neden? İnternet dışında hiçbir yayın organı gerçeği aydınlatamıyor.

İkinci gün itibariyle tabip odalarından gelen bilgilere göre sadece Ankara’da 400 küsür kayda geçmiş yaralı vardı ve bu yaralıların oraya gelme sebebi çoğunlukla kafaya, göze nişan alınan biber gazı kapsüllerinden dolayı kafatası çatlaması, kemik kırılması, beyin zarı zedelenmesi ve benim anlamadığım birçok beyinle, kemikle, kısacası kanla falan alakalı tıbbi terim işte… Yani ortada bir “bozulan huzur ortamını dağıtma” yok, artık illallah etmiş halkın tamamen demokratik şekilde tepkisini gösterdiği meydanlarda insanların yaralanıp saklandıkları, hastaneler dışında tedavi üniteleri oluşturdukları okullara, camilere, kafelere kadar takip edip öldürmeye çalışma var. Adam evine dönecek, döndürmüyorlar. Adam sığınmış, tedaviye ihtiyacı var, ettirmiyorlar. Ambulans çağrılıyor, sokmuyorlar. Gezi Parkı sonrasının üçüncü gününü aşmak üzereyiz ve genel anaakım medyanın sus pus olması nedeniyle ortaya çıkan panik ve kaos ortamında araya serpiştirilen provokatif, dezenformatif haberleri bir kenara bırakırsak “tahminen” onlarca ölü, binlerce yaralı var.

Ak Parti gençlik kollarına ve savunucularına ait sosyal medya ortamlarında partililer ve destekçiler “devlete karşı ayaklanmış” teröristlere(!) karşı birleşip, satırlarla, sopalarla, bıçaklarla polise destek vermeye ve masum insanları öldürmeye davet ediliyorlar. Polisin arkasına saklanıp tek suçu bir yerde “bulunmak” olan insanlara taş atan, araya alıp meydan dayağı, linç çeken bu insanlar, görüntülerden anlaşıldığı kadarıyla başarılı(!) da oluyorlar. Bunların hepsi birazdan paylaşacağım linklerde fotoğraf veya video olarak var zaten. Hâlâ yanlı davrandığımı düşünen kişiliği bozuk, vicdansız, kötü niyetli olan insanlar varsa diye diyorum. Polis de, bu “destekçi”ler de insanların evlerine kadar çıkıp kapılarını tekmeliyor, ikinci dünya savaşında Yahudilere karşı yapılan hareketlerle ilgili hikayeleri andıran manzaralar ortaya çıkarıyorlar. Polis de, bu “destekçi”ler de insanların camlarından içeri plastik mermi, gerçek mermi, biber gazı kapsülü yağdırıyorlar. TOMAların Beşiktaş civarında insanları denize doğru sürdükleri, İzmir’de bu insanlara karşı artık resmen soykırım başlatıldığı haberleri geliyor ve bu haberlerin hepsinin delili, fotoğrafı, videosu var. Panzerlerin ezdikleri insanlar, boynu kırılanlar, kafalarından vurulanlar… Bünyeye göre vücut fonksiyonlarının önemli bir kısmının tamamen ve bir anda iptal olmasına neden olabilen, uzun süre maruz kalınması durumunda ölüme yol açabilen CR gazı kullanımı… Daha ne yazayım bilmiyorum. Aşağıdaki linkler her şeyi açıklayacak zaten. Asıl meseleye gelelim.

Bu artık bir ağaç meselesi, AVM meselesi değil. Bu hareket tamamen kendi kendine gelişmiş bir hareket ve normalde yan yana görmeniz imkansız olan bir sürü grup bu uğurda birbirini sırtlıyor, omuzluyor, destekliyor. Bu hareketin artık ağaçla falan alakası yok, çünkü halk bunaldı. Haklara, özgürlüklere, yaşam tarzlarına bu kadar yükleniliyor olması gerçekten “insanım” diyenin kaldırabileceği bir şey değil. Siz son birkaç ayda, AKP, devlet veya yakın kuruluşlar tarafından organize edilmeyen herhangi bir demokratik tepkinin biber gazıyla insan avına dönüşmediği bir durum hatırlıyor musunuz? Yani Başbakan eleştiriye kapalı ve kendisine tapan, tapılmasını isteyen bir insan, onu biliyoruz. Ama zaten medyanın bile baskı ve sermaye ilişkileri nedeniyle görmezden geldiği bu insanların sokağa çıkmaları bile yasak hale gelmiş durumda. İnsanların sağlıklarını düşünüyoruz diye ortada hiçbir alkol problemimiz yokken “Avrupa’da da var” diye, teker teker bütün ülkelerdeki en ağır uygulamaları cımbızla çekerek, hiçbir ülkede var olmayacak ağırlıkta ve kötü niyetlilikte bir yasayı yine sinsice, sabah saatlerinde, biz uyuyorken “kimseye sormadan” çat diye geçiriyorlar. Olayla alevlenmeye başlamış, “ne yaparsanız yapın, biz kararımızı verdik ve bir şeyi değiştiremeyeceksiniz” açıklamasına ve bu açıklama gibi birçok haksızlık ve saygısızlığına ses çıkarıldığını kavrayamayan Başbakan, hâlâ ağaçtan, kuştan, böcekten bahsediyor ve ülkenin dört bir yanında, artık uluslararası ortamlarda çoğalabilecek kadar yayılmış bu serzenişe katılanlara “birkaç çapulcu itiraz ediyor diye kendi bildiğimi okumayacak mıyım” gibisinden şeyler söylüyor ve ekliyor: Taksim’e cami de yapacağız. Durduk yerde ortaya atılan bir şey değil bu. Zaten söylemleriyle, hedef göstermelerle çıldırttıkları ve nefretle doldurdukları birçok AKP taraftarını masum insanların üzerine salacaklar. AVM’ye karşı başlayan eylem “camiye karşı” sayılacak. Aynı Osmanlı’da sekülerleşme taraftarlarını katleden şeriatçı isyanı sembolize eden Topçu Kışlası gibi bir mekanı yapmaya uğraştıkları gibi, aynı ülkenin önemli bir kesimini oluşturan Alevi’leri “e yeter artık, daha ne yapacaksınız bize” dedirten, üçüncü köprüye Yavuz Sultan Selim ismi verilmesi gibi. Yani AKP artık bu yaratılan ortamda sadece sünni-müslüman, AKP’ye oy vermiş ve ortada hiçbir sorun görmeyen adamın hakkıyla yaşayabileceğini kabul etmiş ve toplumun diğer her, ama her kesimine karşı açtığı savaşta ağır ve pis kokan bir “din elden gidiyor”, “din için uğraşıyorum”, “FETİH!!!” vurgusunu kullanarak zaten elinde olan kesimi kaybetmemeye çalışıyor. Şu an çeşitli bölgelerde tutuklanan insanların spor salonlarına doldurulduklarına dair fotoğraflar geliyor. Oralarda şu an bu insanlara ne yapılıyor bilmiyoruz. İzmir’de polis yakaladığı insanlara “aileme veya tanıdıklarıma haber verilmemesini istiyorum” diye kağıt imzalatmaya çalışıyor.

Tüm bunlar olurken İBB kameralarının, MOBESE’nin önemli bir kısmının kapalı olduğunu, özellikle Taksim’de mobil şebekelerin günün önemli bir bölümünde kapalı tutulduğunu, özellikle ilk gün İstiklal Caddesi ve etrafının elektriğinin kesildiğini falan da belirtelim devletin kendi halkına nasıl bir savaş açmış olduğunu göstermek için. Yani adamlar yorulmuyor, yılmıyor ve bir şekilde birilerini öldürmeye çalışıyorlar. Siyasiler “biraz sağduyulu olalım, göstericiler çekilsin” açıklamaları yapıyor da, çekilmelerine izin vermiyorsun ki, adamların evlerine gitmelerine izin vermiyorsun, evlere gidenleri evlere kadar takip ediyorsun, “kendini korumayı” bırakan, pes eden, yaralı adam tedavi olmak için bir yere sığınıyor, oraya da saldırıyorsun. Özellikle “Beyefendi”nin ofisi var diye Dolmabahçe civarı savaş alanına dönmüş durumda. Biz de söylüyoruz onların söylediği gibi, “provokasyona gelmeyin” diye, ama biz “polisle polis olmayın” diye de ekliyoruz. Aman arkadaşlar gaza gelmeyelim, diyenlere inat Çarşı taraftar grubu İnönü stadından kepçe çalıyor, “aman, yandık, bizi katledenlerin ekmeğine yağ sürüyoruz” diyecekken bakıyoruz ki bu kepçeyi TOMA’ların önüne sürüp yolu kapatmak için kullanıyorlar, bir yerlere veya “beyefendi”nin ofisine falan zarar vermek için değil. Herkesin ateş püskürdüğü, tek suçu “durmak”, “yürümek” falan olan insanlar ertesi gün olay çıkan yerlerdeki çöplerini topluyorlar çevreye zarar vermiş olmamak için. Bu çöplerin önemli bir kısmı polisin fırlattığı biber gazı kovanları. Bir de inanır mısınız, polisin olmadığı hiçbir yerde, ama hiç, kesinlikle hiçbir yerde “olay” çıkmıyor. Bu bize bize bir şey anlatmıyor mu?

Siyasiler sürekli açıklama yapıyorlar, bunlar “ideolojik”, bunların “amaçları” ağaç değil, bunlar partiler, çeşitli “örgütler” tarafından kandırılmış insanlar, lütfen çekilsinler. E çekilmelerine izin vermiyorsun? Yukarıda açıkladık. Bu terimlere dikkat edin, “eylem”, “örgüt”, ideoloji” falan. Bunların hepsi normal şartlarda normal terimler, suç ifadesi içermiyorlar. Bunları kendi başlarına suç haline getiren dönem de 12 Eylül dönemi ve sonrası. Yani sokaktaki adam “örgüt”, “ideoloji” deyince mest oluyor, içinin yağları eriyor, başlıyor saydırmaya: terörist!!! Sanki ideoloji sahibi olmak suçmuş, barışçıl şekilde örgütlenmek suçmuş gibi… Terör halkta korku ve panik yaratma amaçlı şiddet eylemlerini kapsıyor. Öte yandan halkın bu eyleminde tek bir hedef var: “Erdoğan kendine çeki düzen versin”. Burada kimsede korku ve panik yaratma amacı yok. Bu bahsedilen çeki düzen istifa da olabilir, özür de olabilir, çeşitli politik adımlar da olabilir. Bunları sonra da tartışabiliriz, şu polis insan öldürmeyi bıraktıktan sonra. Zaten eleştiride bulunan, toplanan, yürüyen herkese terörist veya kandırılmış muamelesi yapıldığı için bu noktadayız, ve bunların tek bir sorumlusu var.

Suriye’yle ilgili bir şey söylenecek, Davutoğlu’ndan çok Başbakan konuşuyor. Olaylarla ilgili yorum yapılacak, İçişleri Bakanı’ndan çok Başbakan konuşuyor. İstanbul’da halkın ciddi miktarda karşı çıktığı bir şeyler yapılacak, mahkemeden, yerel yönetimlerden çok Başbakan konuşuyor. Başbakan konuşuyor ama susmuyor. Sürekli ama sürekli konuşuyor ve her şeye söyleyecek bir lafı var. Sorun şu ki kendisinden başka hiç kimsenin hiçbir şeye söyleyecek lafı yok, çünkü bırakmıyor. Ben! Ben! Ben! Ben! Ben! Ben! İşte bu vizyona, sığlığa ve kendine tapınmaya tepki gösterildiğini anlayamayacak veya kabullenemeyecek durumda olan Başbakan, her zaman yaptığı gibi birilerini azarlıyor ve bu azalama sırasında bile Ben! Ben! Ben! Ben! Ben! Ben! Bir soluklan yeğenim. Birader, sen kimsin? Sen Başbakansın. Diktatör değilim diyorsan diktatör gibi davranmayacaksın. Herkesin ve her şeyin senin ağzından çıkacak iki üç kelimeye bağlı olduğu bu siyasi ortamı terk edeceksin. Sana oy vermeyen herkesin marjinal, bir avuç, kandırılmış, vs. olduğuna dair söylemlerini terk edeceksin. Oturup bir dinleyeceksin.

Egemen Bağış öğle vakitlerinde şunu söyledi mesela: “Böyle provokatif söylemlerle bizi karalamaya çalışıyorlar. AVM’yi de nereden çıkarttınız?”

Başbakan’ın daha bir iki saat önce şunu demiş olmasına rağmen: “Ne yaparsanız yapın (olaylar büyümesine ve tehlikeli bir hal almasına rağmen), oraya Topçu Kışlasını yapacağız. AVM de olacak, cami de yapacağız.”

Yani neymiş Sayın Bağış? Başbakan söylemiş, AVM’yi buradan çıkartmışız. Ki konu AVM’yi bile aşmışken artık neden böyle şeylere değiniyorsunuz onu en iyi siz bilirsiniz.

Bir Bakan şunu söylüyordu daha geçen hafta: “Alkolle ilgili düzenlemeyi dine dayanarak yaptığımızı söyleyenler bize iftira atıyorlar. Böyle bir şey söz konusu olamaz. Biz halkımızın sağlığını düşünüyoruz ve bu yasa için Avrupa’daki örneklerden ve anayasamızdan yola çıkıyoruz.”

Önceki gün Başbakan şunu söylemişti: “Ne yani, iki ayyaşın yaptığı yasaya sahip çıkıyorsunuz da, neden dinin emrettiği yasaya karşı çıkıyorsunuz?”

Yani neymiş Sayın Bakan? İftira atmıyormuşuz.

Mesleğine ihanet eden birkaç satılmış kalem de şunu söylüyordu: “Vicdanlı davranın, Başbakan’ımız ve hükümetimiz alkol kullananların yaşam tarzlarına saldırmıyor, onlara farklı davranılması söz konusu değil. Hem Sayın Başbakan’ın alkol kullanan herkese alkolik muamelesi yaptığını da nereden çıkartıyorsunuz?

Birincisi, “dinin emrettiği yasaya mı karşı çıkıyorsunuz” diye direkt hedef gösterilmesi bir kenara, alkol kullanan insanın ötekileştirilmeye ve itibarsızlaştırılmaya çalışılması ortadadır.

İkincisi ve en önemlisi: Başbakan bugün Fatih Altaylı’nın “alkol kullanan herkes alkolik midir?” sorusuna “evet, alkol kullanan herkes alkoliktir” diye cevap verdi. Yani susun artık. Bir susun, bitin artık.

Öte yandan Melih Gökçek “İstersek sizi tükürüğümüzde boğarız”, Başbakan “oraya milyonları yığarım” diye milleti gaza getirmeye devam ediyor. İşte sokaklarda polisle birlikte katliama katılan yobaz da, yolda hiçbir şey yapmayan göstericinin üstünden geçip öldüren taksici de bunun gibi şeylerden alıyor gücünü, cesaretini. Her zaman yaptıkları gibi halkı halkla karşılaştırmaya çalışıyorlar. Sandıktan gelen güvenlerinin karşıdaki herkesi yok edebileceğini düşünüyorlar ve bu düşüncenin katliamı meşru gösterip orada acı çeken halkı düşmanlaştırabileceğini düşünüyorlar. Demokrasi böyle bir şey değil.

Bakanından milletvekiline, gazetecisine kadar herkes, Başbakan’ı yalancı çıkartmak ve yalan söylemek pahasına Başbakan’ı korumaya çalışıyorlar. Başbakan da kendisini korumaya çalışan ve kayıtlı, ispatlı şekilde, kameralar önünde, gazetelerin sayfasında yalanlar söyleyenleri yalancı ve haksız çıkartmak, duruşunu daha da keskinleştirmek adına “evet, öyle yaptıM”, “evet, öyle düşünüyoruM”, “evet, şunu yapacağıM” diyor. Bunu artık görmemiz gerek. Erdoğan meşruiyetini ve düzeltilebilirliğini kaybetmiştir. Demokrasi adı altında “ben” diyebilen herhangi bir devlet adamı meşruiyetini ve düzeltilebilirliğini kaybeder ve derhal istifa etmek durumundadır. Zaten muhalif olan veya artık boku da çıkarılarak “direkt desteklemeyen” herkesin hapse tıkıldığı, işkence gördüğü veya dinlenmediği bir ortama itiraz edenlerin oluşturduğu bu tepkiye karşı çıkarken bile, bu tepki bir şekilde “istemedikleri herkesi öldürerek” sonlandırılsa bile, ertesi gün hâlâ muhalif olan veya en azından bir şeyler söylemeye çalışan herkes işkence görecekse, hapse tıkılacaksa, itibarsızlaştırılıp hayatı mahvedilecekse, demokratik her ama her eylem, haftalık durmaksızın biber gazı ile susturulacaksa, Başbakan’a hiçbir şey anlatamamışızdır. Ülke tersine dönmüş, sokaklarda insanlar ölüyor ve birilerinin kışkırtmasına gelen AKP savunucuları polisle birlikte sağa sola saldırmaya, “ateş” etmeye, insanların artık evlerine kadar gelmeye devam ediyorlar. Evine kaçan da güvende değil. Tedavi görmek için bir yere sığınan da güvende değil. Adamlar hem “çıkıp evinize gidin” diyor, hem de çıkamamaları, ölmeleri için her şeyi yapıyorlar. Bu bir utançtır, hatta utançtan da öte rezilliğin daniskasıdır. İşte buna rağmen Başbakan Fas’a, Tunus’a falan uluslararası ziyaret için gidiyor. Bazı insanlar “kaçıyor” diyor ama inanmıyorum. Keşke kaçsa ve bir daha bu ülkenin güzel insanlarına eziyet etmese, ama adam resmen “sikimde bile değil, ölün lan” deyip muhtemelen hiçbir manası olmayacak işler için ülkeyi terk edebilecek psikolojiye ulaşmış.

Yok darbe yapmak istiyorlar, yok seçimle gelen hükümeti devirmeye çalışıyorlar, yok AKP’nin alternatifi yok… Bırakın kardeşim, hepsini açıklayım:

Darbenin siyasi bir temeli olur, oradaki insanların hiçbiri tek bir temele sahip, tek bir genel görüş etrafında birleşmiş değil.

Seçim ne kadar demokratikse, yaşama hakkıyla ilgili yapılan silahsız eylem de o kadar demokratiktir. Demokratik olan şeyin ne olduğunu “bir” kişi belirliyorsa zaten ortam demokratik değildir.

AKP’nin alternatifi yok diye işkenceye, hapse, susturulmaya, ölüme mahkum muyuz? Yıllardır eziyet çekiyoruz fiziksel ya da psikolojik manada ve sesimizi bile çıkartamıyoruz. Birimizi bile dinlemiyorlar, birimize bile tahammülleri yok ve artık bizi fiziken yok etmeye çalışıyorlar.

Meydanlara gitmenin artık güvenli olmadığı kadar, evlerde oturmak da güvenli değil. Şu an mesela bir olay olsa kimi arayacağım? Polisi mi arayacağım? İnsanların evlerini kurşunlayan, içeriye kadar biber gazı basan, Ak Gençlik ile el ele verip apartmanlara dalan, kapı tekmeleyen polisi mi arayacağım? İstiklal Caddesi’nde göstericiyi ertesi günkü yanlı haberlerde haksız gösterebilmek için dükkan taşlayan, bankamatiklere saldıran polisi mi arayacağım?

Bu “insanlık soykırımı” 1 Mayıs’la kendini belli etmişti aslında ve eğer insanca, duyarlı bir müdahale gelmezse iç savaşa kadar gitmesinden korkuyorum. Bugün ağır yaralanıp bir yerlere sığınan adama kadar takip edip işkence ve katliam yapma peşinde olan polisin yarın evime girip beni oracıkta infaz etmeyeceğinin güvencesini istiyorum. Biz polis öldüğünde de duruma lanet etmiştik, yazıklar olsun yapanlara demiştik. Ama her gün başka bir olayda polis, vatandaşı “keyfi” için öldürmeye devam ediyor. 2000 lira için değer mi?

Lütfen şu linkteki bilgileri inceleyin:

http://delilimvar.tumblr.com/

Buradaki sadece birkaç şeye bakan bir insanın sokakta katliam yapan katillere laf etmemesi mümkün değil. Bu tarafsız olunacak bir durum değil. Bir yanda panzerle insan ezen (görüntüsü var), kafaya plastik veya gerçek mermi sıkıp ölüme yol açan, dağılın deyip dağılmaya bile izin vermeyen, sanki düşman askeri ülkemizi basmışçasına nefret ve av hırsı ile dolmuş olan polis, polise destek veren faşist vatandaş, oturduğu yerden bu ikisine destek veren vurdumduymaz NTV izleyicisi varken; diğer yanda şort-tişört ile ağır dayağa, savaş makinelerine ve artık kitle imha silahı haline getirilmiş biber gazlarına maruz kalan “yürüyen, duran, kitap okuyan” adamlar var. Bunun muhasebesini bugün yapamıyorsanız yarın çocuklarınıza nasıl anlatacaksınız? Araya sızıp kitleyi gaza getirmeye çalışan sivil polislerden daha büyük bir provokatör var mı? Eğer anlamadıysanız bu koca yazıyı tekrar okuyun ve insanlığınızdan utanın.

Köstekçi arkadaşlar:

Biliyorum, sizin haksız bir şekilde bir noktada olmanızın sebebi bu hükümet ve bu hükümetin politikaları. Yani çıkarınız için böyle bir katliama seyirci kalmanız, bazen polisin safında katliama destek vermeniz anlaşılabilir gibi gözüküyor, ama değil. Artık NTV’yi CNN Türk’ü, Kanal D’yi, Show TV’yi falan izlemeyi bırakın da, madem bunu okuyacak internetiniz var, insanların nasıl öldürüldüklerini izleyin. Farkındayım, şimdiye kadar kazanan bir at var ve bu ata oynamak istiyorsunuz. Belki dönemin doğru tarafındasınız kişiliğiniz ve çıkarlarınız nedeniyle. Ama tarihin yanlış tarafındasınız. Yarın o oynadığınız atın kazanmadığı bir ortam gelecek, o at yaşlanacak, belki yarın o at orada olmayacak. Yirmi yıl, otuz yıl sonra bu dönemlerden de 12 Eylül’den bahsedildiği gibi bahsedilecek ve siz oradaki cuntacılar olacaksınız. İkinci dünya savaşında Yahudilerin saklandıkları yerleri ihbar eden insanlar olacaksınız. Irak’ta ölmüş yavrusunu elinde tutan babayı ağlatan, o evi bombalayan Amerikan askeri olacaksınız. Bunu siz çocuklarınıza, torunlarınıza nasıl açıklayacaksınız? Bugün yaptığınız gibi vicdansız mı olacaksınız, acımasız savaş makineleri karşısındaki şortlu, tişörtlü eylemciye “ama onlar da çekilseydi yea” diyerek?

Basın:

Resmen yüz karasıymışsınız onu gördük. Bunları da yayınlayamıyorsanız hiçbir şeyi yayınlamayın. Reklamlarınız, dizileriniz, uydurma haberleriniz batsın. Twitter’da birisi şöyle demiş: “ben haber spikeri olsam ve böyle bir günde elime ‘kiraz el yakıyor’ haberi verseler, o mikrofonu götüme sokarım, yine de okumam”. Durum aynen böyle. Meydanlarda çekim yapan, bir şeyleri halka aktarmaya çalışan ama patronuna takılan gazeteciye, muhabire, televizyoncuya bir şey diyemeyiz. Görevini yapana hiçbir şey diyemeyiz, peki görevini yapma imkanına sahip olup da yapmayana? Yemişim senin kariyerini arkadaşım, penguen haberi verebilecek kadar insanlık dışı mı oldun? Vermeyeceksin, yerine başkasını bulacaklar, o da vermeyecek, öteki de vermeyecek. Artık başkasını bulamayacaklar bir süre sonra. Bu iş böyle çözülür. Görevinizi yapın, ne pahasına olursa olsun.

Halk:

Halk bilinçli tavrını sürdürüyor çoğunlukla. Arada provokasyon ve tehdit konusunda çığır açan devlet adamları ve polise rağmen, polisi kışkırtacak kadar ortaya çıkıp taş fırlatıp sonra bir anda ortadan kaybolan maskeli tiplere rağmen bir tane bile gerçek direnişçi şiddeti yok çok şükür. Burada haklıyken haksız duruma düşmeyelim meselesi yapıyoruz kaç gündür ama, gerçek şu ki, birilerinin haksız duruma düşmesi için birilerinin haklı çıkması gerekiyor. Karşıdaki adamlar hiç de haklı çıkabilecek tiplere benzemiyor, bilmem siz ne dersiniz… Bu yüzden bu olaya şöyle yaklaşmak lazım: artık polis baskısı azalınca direkt etraftaki çöpleri toplayan, kaldırımları tamir eden güruhun kim olduğu, ne olduğu belli. Haklılık-haksızlık penceresinden bakmayın, sadece kendinize zarar verecek şeyler yapmayın. İnsanlık sizde kalsın. Başka bir meselede böyle bir olay çıksaydı ülkeye itfaiye çağırıp çıkıp gitmiştik zaten. Şu anki durum bu direnişin ne kadar haklı ve masum olduğunu gözler önüne seriyor. Direnişi değil, içinde bulunduğumuz durumu bu noktada bırakmamız gerek. Daha da kötüleşmesini hiçbirimiz istemiyoruz.

Halk(!):

Burada verilen mücadele hayır siz halk değilsiniz, biz halkız mücadelesi değil. Bunun kabullenilmesi gerekiyor. Biz, yani hepimiz, yani şu an bir sorun olduğunu düşünen herkes şunu diyor: sen, ben diye bir şey yok, hepimiz halkız, ama sadece bir kısmımız halkmışız gibi davranılıyor. Yani açıklanmaya çalışılan şey şu. “Biz artık üç beş çapulcu demeyin, biz de insanız ve bizim de yaşamaya hakkımız var” diye yapılan eyleme bile “birkaç çapulcu” deniyor. Buradaki felsefi ve siyasi sıkıntıyı siz düşünün artık. Biz de halkız lan? Değil miyiz? Başbakan sadece oy verenin, destekleyenin, sözünü emir kabul edip tek laf etmeyenin mi Başbakan’ı? Bizim Başbakan’ımız değil mi?

AKP Seçmeni:

Lütfen siz de çıkıp duyarlı açıklamalar yapın: “ben oy verdim, ama buna oy vermedim” deyin, “benim oyum açık çek değil, benim oyumla insanlara eziyet edemez, açık ve net şekilde öldüremezsin” deyin. Bir kez olsun gölgesine bile yüz metreden fazla yaklaşamayacağınız Başbakan’ınızı değil, sokakta her gün karşılaştığınız adamları dinleyin, kaynakları takip edin, görüntüleri izleyin ve çıkıp “ben buna izin vermiyorum, bu benim iradem değil” deyin.

Kapatıyorum merak etmeyin. Zaten çok yazdım, ama yazılacak bir o kadar da çok şey var. Yukarıda linkini verdiğim yere tekrar tekrar girin ve olaylar ne boyuta gelmiş, sorumlusu kimlermiş görün. Ya da kimmiş diyelim. Sırf hatasını kabul etmeyen bir ego uğruna ne canlar yanıyor, bir bakın. Halkına bunları yapabilecek bir adama psikolojik tedavi görmesinden başka önereceğim tek şey daha iyi danışmanlar tutması olacaktır. Hep söylüyoruz ama şunu tekrarlayarak bitirelim, en azından olayları kavrayamayan vatandaşlar tekrar tekrar farkında olsunlar:

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

Polisin olmadığı yerde olay yok. Bir yerde bile olay çıkmıyor. Bir yerde herkes mutlu, sakin ve zararsız iken, polis geliyor, olay çıkıyor. Olayı kimin çıkarttığını görünüz.

KD Dergi – 3 Haziran


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.