Ben Bir Galatasaraylı Olarak…

Bir Galatasaraylı olarak benim görevim Galatasaraylı olmak şöyle iyi, böyle onurlu, şöyle güzel demek değil. Onu taraftar moduna girdiğimizde kendi aramızda yapıyoruz zaten. Bu yüzden ben bir Galatasaraylı olarak bugün geçtiğimiz sezonun ve genel olarak Türk futbolunun minicik bir analizini yapmak istedim. Platform platform gidersek iyi olacak. Tabii ki çok mutluyuz, tabii ki gelecekten de umutluyuz bu şampiyonlukla birlikte. Sadece bu sezon için değil, gelecek sezonlar için de hem gerekli maddi yatırımı yaptık, hem gerekli morali, motivasyonu topladık bence. Beklentiler arttıkça Galatasaray daha da iyi olacak, daha da büyük başarılara koşacak diye düşünüyorum.

Türkiye Kupası:

Fatih Terim sezonun başında “gerekirse Avrupa’da başarı için ligden fedakarlık edebiliriz” demişti. Tabii ki hedef artık Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu oldu çıktı. Galatasaray’ın Türkiye’de ispat etmesi gereken hiçbir şeyi kalmadı. Eminim buna Galatasaraylı olmayanlar da katılacaklardır. Elendiğimiz maçtaki kadro seçimiyle ilgili ağır eleştirilerde bulunsam da, maalesef bu yeni sistemin ancak seneye oturacağına inanıyorum. Yani şimdi bir şeyleri yapıyoruz ama, üç platformda da devam eden bir Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final oynayamayacaktı belki. Belki de aynı Galatasaray iki hafta önceden 10 puan farkla şampiyonluğu garantilemeyecekti. Yine de yaptığımız işin ciddiyetiyle ilgili olarak, rakibimizi küçümsememeyi, kime karşı oynarsak oynayalım ciddiye almayı öğrenmemiz gerekiyor. Zira anladığım kadarıyla elenmemiz yararımıza olmuş olsa bile, Fatih Terim’in açıklamalarından bu noktada elenmeyi beklemediğini çıkartıyorum. Bu yüzden “bilerek elendik, diğer platformlara konsantre olacağıdık” gibi bir şeyin olmuş olmasını beklemiyorum.

Şampiyonlar Ligi:

Bize Burak Yılmaz’ın yontulduğu zaman ne kadar muhteşem bir forvet olabildiğini, Fatih Terim’in – zaman zaman ne kadar eleştirirsek eleştirelim – bir dahi olduğunu gösteren platform bu platformdu. Gerçekten uzun bir aradan sonra çeyrek final gibi bir noktaya gelebilmiş olmamızı mutlulukla karşıladım. Bu noktada bu bile büyük bir başarıdır ülke açısından. Belki Real Madrid karşısında iki maçtaki hakem hataları olmasaydı o gazla final bile oynayabilirdik. Zira ilk maçta verilmeyen iki penaltı üstüne, en önemli hücum oyuncumuz, son Şampiyonlar Ligi sezonunun en iyi oyuncularından biri haksız yere sarı kart gördü. İkinci maçta 3-0′ın rövanşında yediğimiz 1 golü tüm ilk devre boyunca çıkartmaya çalıştık, artık 5 gole ihtiyacımız kalmıştı. Bir şekilde moralimizi toparlayıp üç tane bulduk. İnanıyorum ki Drogba’nın sonradan attığı şey ofsayt olmasaydı o gazla 5′i de bulabilirdik. Veya ilk golün ofsayt olduğunu hakemler anlayabilselerdi 3-0′a 3-0 sonuçla uzatmalara gidebilirdik. Aynı hakemler Manchester maçında da haksız sonuç almamızı sağlamışlardı. Şampiyonlar Ligi gibi zaten topu topu birkaç maç sonra biten bir organizasyonda bu kadar sık hata yapılması ve bunların bize denk gelmesi can sıkıcıydı.

Spor Toto Süper Ligi:

Şimdi açık konuşmamız gerekirse bu ligin sadece adı “süper”. Hâlâ birçok “meşhur” ligden gerideyiz birçok konuda. Ama aynı zamanda bu ligde futbol oynamak da kolay değil. Mesela bir Premier League’de futbol oynamanın kolay olmamasının sebebi muhteşem kalite, seyircinin çılgın olması, takımların kalitelerinin birbirine çok yakın olması, hakemlerin maçı domine etmek değil oynatmak amacında olmaları olabilir. Bizim ligimizde ise maddi problemlerle boğuşan, bir şekilde bu lige renk getirmeye çalışan birkaç Anadolu çocuğu var. Çocuk derken, yaş olarak düşünmeyin. Bir şeyler yapmaya çalışan ama ligin vizyonu ve kalitesi bakımından şans bulamamış birçok teknik direktör, futbolcu, takım var. Ligin kalitesi biraz daha artıp arada Bursaspor gibi kendini gösterebilen takımlar çıkabilse birkaç senede bir, eminim hepimiz çok daha mutlu olacağız. Burada futbol oynamak gerçekten kolay değil. Tüm bu bahsettiğim sebepler dışında en az İtalyan futbolundaki kadar sert ve kapalı oynayan takımlar var. Bununla birlikte birçok Anadolu takımı belli bir sistem içinde oynayan ortalama kalitede oyunculardan oluşsaydı belki ikinci bir Premier League olabilirdik; ancak bu takımlarda vasatın altında birçok futbolcu “artı” birkaç iyi futbolcu oynuyor genelde. Bunlar da bir iki sene sonra “büyük” takımlara gidiyor. “İyi” oldukları için, ama “çok iyi” olmadıkları için sıçıyorlar. Bu hem normal bir sezon içindeki sürprizlerin sayısını arttırıyor, hem de ligin gelişmesinin önünü kapatıyor.

Ah şu futbolcular…

Fernando Muslera: Kendisinden ne bekleniyor bilmiyorum ama, Galatasaray’ın en çok gol atan takım olmasının yanında, en az gol yiyen takım da olmasında kesinlikle büyük payı var. Umarım küçük hesaplar peşinde koşmayız ve kendisini elimizden kaçırmayız. Tartışmasız Türkiye’nin en iyisi; Avrupa’nın ise en iyi birkaç kalecisinden birisi. Hatta biraz daha iddialı konuşup şu an kendisinin yerine kalede görmek isteyebileceğim tek kalecinin Manuel Neuer olduğunu söyleyebilirim.

Aykut, Ufuk ve Eray: Manchester United gibi takımları bayılarak izlememizin sebebi bence her daim, yedekler de dahil kadroyu geniş ve kaliteli tutmaları. Kalecilik çok güzel bir pozisyon değil maalesef. Çünkü sahada tek bir alan var bu pozisyonda oynayan biri için. Normal şartlarda bir “A” takımının üç kalecisi oluyor, ikisi bir aksilik çıkmazsa sürekli kulübede bekliyor ya da paf takımda çürütülüyor. En azından bu veletlere arada sırada şans vermek gerek. Bunu da eleme usulü, hem morallerini bozma ihtimali yüksek olan, hem de daha kritik maçlarda değil, sezon içinde yapmak gerekiyor. Aykut ise bugün birçok Süper Lig takımında rahat rahat oynayacak kalitede, ama bir Muslera değil tabii ki. Ufuk ve Eray’a güvenmeyip Aykut’u geri çağırmak ise bence hem takıma, hem de diğer kalecilere haksızlık. Önce bir göreydik, değil mi?

Semih Kaya: Soğukkanlı, teknik, akıllı bir futbolcu, ve önünde uzun yıllar var. Umarım hep Galatasaray’da devam eder ve kendini geliştirir. Bir Pique, bir Cannavaro olabilmesi için önündeki tek şey “bence” tecrübe ve fizik. Bunlar da geliştirilemeyecek şeyler değil. Arada bazı oyun formasyonlarıyla karşılaştığında yetersiz kalabiliyor (Real maçındaki gibi), ama kendisini daha sadece birkaç senedir ilk 11′de izlediğimizi de hatırlatalım. Eminim çok daha iyi olacak. Şu an ülkenin en iyi üç stoperinden biri. Diğerleri Egemen ve Dany olabilir. Fatih Terim’in aşırı baskılı ve orta saha ile defans arasında boşluk bırakan oyun sistemi olmasa belki çok daha iyi performans gösterir, ama mükemmelliğe yaklaşırken bazı konularda taviz vermek gerekebiliyor.

Dany Nounkeu: Süper Lig’in tartışmasız en iyi defans oyuncusu. Eminim birçoğumuz “bu adamı niye aldık, defansa da çilek alaydık” dedik ilk geldiğinde, ama sahaya çıkınca güven veriyor. Bence daha oturmuş bir Galatasaray’da önümüzdeki birkaç yıl için alternatifi yok. Risk almayı gereğinden fazla seviyor bazen ama bu hataları her oyuncu arada yapar. O da “arada” yapıyor zaten. Avrupa futbol tarihine adını yazdıran Afrikalılardan biri olması yakındır.

Gökhan Zan: Maalesef “bu Galatasaray” için yeterli bir stoper alternatifi değil. Yine de formayı giyince babalar gibi oynuyor, tam bir görev adamı. Hata da yapsa, kötü de oynasa iyi niyetli oynadığını, çaba gösterdiğini görüyor ve buna inanıyorsun. Kendisinin şu aralar dedikodusu dolaşan John Terry ayarında bir oyuncuyla değiştirilmesi (takas olarak değil tabii, kadro içinde. Yoksa kim John Terry verip Gökhan Zan alsın?) eminim Semih gibi bir genç yeteneğe muhteşem katkılar sağlayacaktır. Bunu Cris gibi bir adamla yapmayı denedik ama, maalesef o da “bitmiş” çıktı. Eminim tüm bu futbolcular Ujfalusi sayesinde her geçen gün daha iyiye gidiyorlar. Umarım Ujfa da en kısa zamanda döner. Daha ondan alacağımız, öğreneceğimiz çok şey var.

King Eboue: Adam gerçekten tam bir “king”. Birçok pozisyonda olduğu gibi sağ bekte de Galatasaray’ın ülkenin en iyi futbolcusuna sahip olmasının sebebi. Defansif yönü de çok. Ofansif yönü ise muhteşem. Hamit kendini toparlarsa önümüzdeki yıl birlikte daha da etkili olacaklar eminim. Fil Dişi Ekspresi, bir ileri, bir geri, takımı şahlandırıyor. Saha dışındaki eğlenceli tavrıyla taraftarın sevgilisi olmayı sonuna kadar hak ediyor.

Sabri Reyiz: Hep söylüyordum ama kimse dinlemiyordu, “ben bu adamın genç Sabri olduğu yılları bilirim, orta saha oyuncusu bu, sırf hızlı diye bekte harcamayın” diye. Bu yıl da uzun zaman futboldan uzak kalmasına rağmen hep çalıştı, takıma bağlılığıyla kalmadı, yararlılığını da gösterdi. En güzel performansları da bu sezon sağ açık mevkisinde oynadığı maçlarda gösterdi. Defansif yönü bir bek için yeterince iyi değil diye düşünüyorum, ama özellikle oyunu hareketlendirmemiz gereken maçlarda sağ tarafta güzel işler yapıyor.

Hakan Balta: Maalesef sakatlık yaşaması nedeniyle bizi bir süre yalnız bırakmak durumunda kaldı, ama yer aldığı maçlarda kalitesi el verdiğince performansını gösterdi. Kendisinin aslında bir stoper olduğunu da belirtmemiz gerekiyor. Yani sol bek Hakan Balta’nın sonradan geçtiği bir pozisyon, ki ortada oynayan bir oyuncu için beke geçmek çok sıkıntılı bir süreçtir. Riera mesela çizgiye daha yakın oynayan bir futbolcu olduğu için onun bile bekte oynaması Balta’nın oynamasından daha kolay olmuştur diyebiliriz. Ne yazık ki asıl pozisyonu sol bek olan tek oyuncumuz Çağlar’ın patates çıkması nedeniyle sol bekte çok alternatifimiz kalmıyor.

Albert Riera: Emre Çolak gibi adamlara şans verme sevdası yüzünden uzun süre kulübede bekletilen, bir türlü düzenli olarak oynatılıp verim alınamayan Albert Riera’nın kalitesini dünya biliyor, ama biz bilememişiz. Bilseydik yeni yetme futbolcu gelmiş gibi başarısına şaşırmazdık. Açık söyleyim ben şaşırmadım, hep kendisini savundum gönderilmesi düşünülürken bile. Şimdi mutlu bir şekilde “ben demiştim” diyebiliyorum. Arada maç içinde ileri çıkıp artistlik yaptığı zaman da mutlu oluyorum. Böyle bir kalite, böyle bir tecrübe, böyle bir teknik ve oyun zekası bence hiçbir şekilde harcanmamalıydı. Bu sene harcanmadığı iyi oldu. Eğer daha iyi bir sol bek alacaksak bile kendisinin kadroda tutulmasından yanayım. Maç eksiği de yok artık. Orta sahanın ortasında oynasa bile çok güzel oynar bu saatten sonra. “Ama maliyeti çok fazla” diyen kezbanlara da kızıyorum. Galatasaray belli bir maddi olgunluğa ulaşmaya başladı, artık eskisi gibi “Türk usulü” triplere girmeye hakkımız yok. Bu adam hangi takımda oynarsa oynasın alacağı para en az bu kadar olacak. Galatasaray’ın geleceği için bu fedakarlık az bile. Kaldı ki Milan Baros gibi, Harry Kewell gibi, kendini taraftara gerçekten kabul ettirebilmiş, “gerçek Galatasaraylı” olabilmiş bir futbolcu. Bu samimiyete, emeğe ve kaliteye yazık olmaz umarım.

Hamit Altıntop: Performansını zaman zaman eleştirsek de tekniği, tecrübesi ve zekası çoğu zaman yetiyor. Kendisinin aylar boyunca topa ayak sürmediği bir dönemden sonra Galatasaray’a geldiğini hatırlayalım. Ben de çok çok kısa bir futbol kariyerine sahibim mesela. En amatör takımlarda bile fiziksel yeterliliğin ve düzenli çalışmanın önemi hakkında az çok bilgi sahibiyim. Mesela liseden sonra ayağıma top sürmüş değilim. Şimdi fiziksel olarak aşağı yukarı aynı seviyede olsam bile halı saha maçına çağırsalar 57 yaşındaki babamdan kötü oynarım. Bunu şimdi Hamit gibi hep iyi takımlarda oynamış, hayatı futbol olan biri için düşünün. Eminim asıl performansına ulaşamaması en çok kendisi için rahatsız edicidir, ama Hamit 36-37 yaşında değil. Hâlâ kendini toparlayacağı bir yaz dönemi var önünde. Eminim önümüzdeki sezon gerçek Hamit’e kavuşacağız.

Noureddine Amrabat: Ek transferler ve ligdeki yabancı sınırlaması saçmalığından dolayı kullanamadığımız bir yetenek. Son vuruşları iyi olmasa da fiziksel gücü ve hızıyla birçok maçta bizi ipten aldı. Manchester maçında dünyanın en iyi sağ beklerinden biri olan Rafael’i yerinden çıkartmamış, Schalke’deki ikinci maçı son anda kaybetmemizi engellemiş bir adamdan bahsediyoruz. Şu düzenlemeler ve kadro nedeniyle maalesef sadece kontra-atağa yönelik ve ileride defansif olarak kullanabilecekmişiz gibime geliyor ve üzülüyorum. Kendisinin Sneijder gibi bir adamla yan yana oynayabilmesi de hem onun için, hem bizim için büyük bir şans olurdu, ama pek imkan bulamıyor. Lütfen önyargılarımızdan ve kısa zamanda insan harcama sevdamızdan sıyrılıp kendisinin bu takıma nasıl katkılar yapabildiğine bakalım. Maç başı ortalama 45 dakika sahada kalmış, çoğu maçta doğru düzgün forma bile bulamamış bir adamdan bahsediyoruz, ve bu adam Selçuk İnan’dan sonra en çok asist yapan oyuncumuz. Bu haliyle bile… Büyük de konuşayım: Riera’ya hak ettiği şans verilirse kalitesini göreceğiz dedim, gördük; ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın şu an için Emre Çolak bir Galatasaray futbolcusu olacak kalitede değil dedim, onu da gördük. Siz beni dinleyin ve bu adamı çöpe atmayın, ki ben de bir iki dönem sonra tekrar “ben demiştim” diyebileyim.

Selçuk İnan: Son maçta da “salça olmayı bırakın artık, bu takımın frikikçisi benim ulan!” dedi sağ olsun. Ne agresifliği var, ne yüksek egosu var… Sadece futbol oynamak için orada olduğunu iliklerine kadar hissedebiliyorsun. Ülkenin en iyi orta saha oyuncusu olmasının yanında, net olarak ülkenin en iyi oyuncusu şu an. İlla ki istatistiğe bakarım diyorsan tabii ki geçen seneki kadar etki yapmamış gibi gözüküyor. Bunun sebebi ise genel olarak güçlenen kadroya rağmen Melo’nun anca sezonun ikinci yarısında kendine gelebilmesi. Artık özellikle frikik konusunda kendisinin rahat bırakılması gerekiyor. Evet, Sneijder gibi topa çok güzel vuran bir adamımız var artık, ama frikik Selçuk’un işi. İki hafta önce yine Selçuk topun başına geçmişti mesela, Sneijder hemen başında bitti. Taraftar Selçuk İnan diye tezahürat yapmaya başlayınca Selçuk “ayıp olmasın” diye vurdu. İşin artık “ayıp olmasın”a kalmaması gerekiyor. Bir Galatasaraylı olarak takıma zaten başka alanlarda birçok şey katan Burak, Drogba ve Sneijder gibi futbolcuların artık kendisini en azından sadece bu konuda rahat bırakmaları gerektiğini düşünüyorum. Eminim ki özellikle Trabzon’da kendisine tapılmasına ve her şeyin önüne koyulmasına alışmış bir Burak’ın gelmesiyle bu konunun Selçuk’un morali üzerinde de büyük etkisi oldu. Hatta “eminim”, birçok maçta çok güzel yerlerden kazanılan serbest vuruşlarda kendisini taciz edercesine başına biriken diğer futbolcular olmasaydı bu sene de birçok güzel frikik golü atacaktı. Leave Britney alone.

Felipe Melo: Özellikle son haftalarda artan performansı ile takımın vazgeçilmezlerinden biri olduğunu tekrar gösterdi. Bunda “artık beni transfer edin, gözünüzü seveyim” psikolojisinin de etkili olduğu tartışılmaz. Selçuk’un bu oyun düzeninde Melo’ya ihtiyacı oluyor. Melo’nun performansı tüm takımı etkiliyor. Hatta biraz önce bahsettiğim “orta saha ile defans arasındaki korkunç boşluk” konusunun da bununla alakası var. Hem ileride hem geride muhteşem performans sergileyen bir Melo, hem ileride hem geride muhteşem performans sergileyen bir Galatasaray demek. Kesinlikle parası neyse verilip alınmalı, sonra çok pişman oluruz. Ama Selçuk’un biraz daha ön libero gibi oynadığı, önünde Sneijder’in yer aldığı, sol bekte gerçek bir sol bek, sol kanatta Riera’nın bulunduğu bir 4-4-2 “diamond” düzeni nasıl olurdu, onu da merak etmiyor değilim.

Wesley Sneijder: Yine aynı klişeye girmek durumundayım, ki “adamın ayağına altı ay top değmedi.” Yine de sabredilip oyunda tutulursa ne zaman ne yapacağı belli olmuyor. Tam bir “yıldız futbolcu” profili. Real Madrid maçında bir anda yaptığı çıkış, attığı bacak arası ve düzgün bir vuruşla attığı gol gibi şeyleri dünya üzerinde kaç kişi bu kadar rahat yapabilir, onu düşünmemiz gerekiyor. Böyle futbolcuların 30 yaşa yakın civarda da olsa artık rahatça ülkemize gelebilmelerinden son derece memnunum. Umarım ileride, birkaç yıl sonra böyle futbolcuları 21-22 yaşlarındayken de alabilecek duruma geliriz. Fatih Terim’in önümüzdeki sezon tüm oyun planını kendisi üzerinde kuracağını tahmin ediyorum.  Ribery olayındaki gibi “Türk usulü” saçmalıklarımıza uğramadığımız sürece böyle futbolcular her yıl gelecekler, her yıl daha da genç gelecekler ve bir gün Galatasaray o tek eksik kupayı, Şampiyonlar Ligi kupasını da alacak.

Umut Bulut: Kendisi Fransa’dan geldikten sonra çok güzel performans gösterdi, çok güzel goller attı, çok güzel hareketler yaptı. Fatih Terim ise: “Umut orada böyle olmadı, böyle olduğu için oraya gitti” dedi. Bu sezonun özellikle ikinci yarısında çok şans bulamasa da hâlâ kendisiyle ilgili “Ülkenin Burak’la birlikte en iyi iki forvet oyuncusundan biri” görüşümü savunurum. Tek şanssızlığı Burak’la, daha sonra da Drogba’yla aynı takımda oynaması. Yoksa kalitesi ve yeteneği tartışılmaz.

Johan Elmander: Sakatlığı nedeniyle uzun süre bizi yalnız bıraktı, ama özellikle geçen yılki şampiyonluğumuzdaki büyük etkisi yadsınamaz. Maalesef uzun bir aradan sonra kendisini geçen yılki “We fucking played great the whole season. We deserve it”  açıklamasıyla hatırlıyoruz, ki keşke sakatlanmasaydı da daha çok şans bulabilseydi. Dün şampiyonluğu garantiledikten sonra yaptığı açıklamalardaki gönderme de eminim tüm Galatasaraylıları gülümsetmiştir: “we played great again; and again, we deserved it”. Burak’ın artist tavırları ve bir noktaya kadarki yetersiz performansı nedeniyle sezon başında “bu takımın forvet ikilisi Umut ve Elmo’dur” demiştim, Burak kendisini toparlamasaydı, Elmo sakatlanmasaydı, Drogba gibi bir “adam gibi adam” gelmeseydi öyle olacaktı. Her şekilde önümüzdeki sezon da kadromuzda bulunsun ve Galatasaray’a hizmete devam etsin diye umuyorum.

Burak Yılmaz: Oynadığı pozisyon ne gerektiriyorsa onu yapıyor ve çok da güzel yapıyor. Galatasaray’ın uzun zamandır aradığı forvet bu işte. Fatih Terim’in kendisine sezon ortasında çektiği ayardan sonra bencilliğini de terk edip, danalar gibi koşmaya başlaması bence kendisi için dönüm noktasıdır. Avrupa’da bile kendinden söz ettiren, en iyiler arasına giren Burak’ın bu noktada olmasının sebebi kesinlikle Fatih Terim’dir. Aynı performansı önümüzdeki yıl “tüm sezon” boyunca gösterirse ya Galatasaray’ın uzun yıllar Avrupa’nın da tepesinde olmasına katkıda bulunanlardan olur, ya da en azından ülke için rekor bir ücrete satarız. Kendisi yaşlı değil, ama genç de değil. 27 yaşında bir futbolcunun bu saatten sonra kendini bu kadar geliştirebilmesi mükemmel bir şey, aynı zamanda takdir edilmesi gereken de bir şey. Trabzonspor’u da tebrik etmeliyiz tabii ki. Burak orada kendini buldu, burada ise geliştirdi. Helal olsun.

Didier Drogba: Geldikten sonra oynadığı ilk birkaç maçtan sonra Drogba ile ilgili beni rahatsız eden küçük bir ayrıntı vardı. Drogba sanki “Çin’deki dandik bir takım”dan, dandik başka bir “Ortadoğu takımı”na gelmiş havası hissettiriyordu tavırlarıyla. Mutlulukla söylüyorum ki yanılmışım, ve iyi ki de yanılmışım. Ne kadar düzgün bir sporcu ve ne kadar düzgün bir insan olduğunu kısa zamanda gösterdi. Yaşına rağmen gösterdiği muhteşem performansla hem Şampiyonlar Ligi’nde, hem de Süper Lig’de taraftarı ve takımı coşturan başka bir etken oldu. Yaşı ve pozisyonu itibariyle eminim ki Sneijder önümüzdeki sezon daha çok “direkt” katkı sağlayacak takıma; ancak tekrar söyleyeyim: böyle futbolcuların gelmesi çok iyi oluyor. Tecrübe ve insanlık çok önemli. Bir sporcu, bir insan nasıl olur, bunu Drogba’da görüyorsun. Hem ülkemiz futbolcularının, hem genç futbolcuların Drogba, Riera, Meireles gibi futbolculardan öğrenecekleri çok şey var. Aykut Hoca’nın dediği gibi hem saha içinde, hem saha dışında. Tabii Burak’ın, Umut’un Drogba’dan bu kadar kısa sürede öğrendiklerini, Emre Çolak’ın Riera’dan iki senede öğrenmesi için bir şeyler de yapılmalıydı ama, orası ayrı bir mesele.

Fatih Terim’den beklentilerim

Sen Fatih Terim değilsin sadece Hocam. Sen “koskoca Fatih Terim”sin. Biz de taraftarlar olarak senden bu şekilde davranmanı bekliyoruz. Geçtiğimiz iki sezonla ilgili en büyük problemimiz “şans verme” konusundaki eşitsizlik ve yanlışta ısrar idi. Eminim sen de Emre Çolak – Albert Riera konusundaki yanlışından döndüğüne memnunsundur şu an. Farklı bir şekilde döndün, ama döndün yani. Tabii ki genç futbolcuların tecrübe kazanmaları, bunu Galatasaray üzerinden, kadrodayken yapmaları çok önemli. Ama burası maalesef Avrupa şampiyonluğuna oynaması beklenen bir futbol kulübü, salt bir futbol okulu değil. Rotasyon çok önemli, ancak bu rotasyon kendini geliştirmekten aciz veletlerin ısrarla haftalarca oynatılması şeklinde değil, adil bir şekilde yapılmalı.

Bu saatten sonra biraz önce de söylediğim gibi Galatasaray’ın artık Türkiye’de ispat edeceği bir şey kalmadığını düşünüyorum. Aynen bu sene Real Madrid’in istemeden de olsa yaptığı gibi ligi kısmen boş verip Şampiyonlar Ligi’ne yoğunlaşılırsa eminim hiçbirimiz bu durumu çok dert etmeyeceğiz. En azından Real Madrid, Bayern Münih, Manchester United gibi takımlardan ne eksiğimiz olduğunu görmüş olduk bir ölçüde. Özellikle uzun zaman futbol oynamamış futbolcularımız gerçek performanslarına kavuştuklarında, belki birkaç tane daha meyve transfer edilerek, oyun düzeniyle de birazcık oynanarak Şampiyonlar Ligi’nin kupasını da müzemize çakma şerefine çok uzak olmayacağımızı düşünüyorum.  Drogba gibi bir futbolcu büyük ihtimalle jübilesini Galatasaray’da yapacak, bu bile şimdilik yeter.

Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Tabii ki şunu da söylüyorum: kötü niyetli yorumlara gerek yok. Arada bir de olsa başarıyı takdir etmeyi bilmek gerek. Maç sahada kazanılıyor, bunu hepimiz son sezonda gördük.

Bu yazı 6 Mayıs 2013 tarihinde KD Dergi‘de yayınlanmıştır.

Orijinal İçerik


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.