Türkiye Gündemi: KA-FA 1500

Gündemde o kadar karmaşık olaylar dönüyor ki, hepsi için ayrı ayrı yazı yazmak hem mantıksız, hem de ne kadar yazarsak yazalım anlaşılamayacak, tüm noktalarıyla irdelenemeyecek sıkıntılar yaşıyoruz. Son meseleleri birer paragrafta geçmeye çalışacağım.

Zekâ seviyesi belli bir derecenin üstünde olan her insan tabii ki savaşa hayır diyecektir. İnsanların ölmemesi gibi bir seçenek varken, insanların ölmelerini istemek düpedüz geri zekâlılıktır. Bu yüzden Türkiye – Suriye meselesini değerlendirirken hiçbirimizin savaş istemediğini kabul ederek değerlendirmemiz lazım. Suriye şu an Türkiye’yi açık açık taciz ediyor. Tezkere çıkmasaydı da taciz etmeye devam edecekti. Kaldı ki Türkiye de uzun zamandır Suriye’yi taciz etti. Kısaca özetlemek gerekirse iki ülke de bir savaş durumunu değerlendirebilecek seviyeye gelmek için elinden geleni yaptı, duyarlı insanlar olarak bu uzun süreçte de her türlü kışkırtıcı, haksız, mantıksız duruma tepki gösterdik, ama bir işe yaramadı. Türkiye’nin bir komşu ülke olarak veya herhangi bir insani organizasyon açısından Suriye’de olup bitene kayıtsız kalması mantıksız olurdu. Müdahale gerekiyordu, ama yanlış şekilde yapıldı. Yani “orada ne işimiz var” düşüncesini manasız buluyorum. Tezkerenin direkt bir savaş ilanı olarak görülmesini de uluslararası politikadan hiçbir şekilde anlamayan vatandaş hezeyanı olarak görüyorum. Savaş “illa ki çıkacaksa” zaten çıkacaktı. Tezkere olmadan Suriye’nin ve destekçilerinin önüne koyabileceğimiz şey ise sadece “sen top atarsan ben de atarım, eheh” idi. Tezkereyle birlikte teoride daha caydırıcı olan, savaş çıkma ihtimalini azaltması beklenen bir önlem zamanında alındı. Ama bunu bile yanlış yaptık Türkiye olarak. Bazı şeyleri düzeltme umuduyla yalan söylerken, göstermelik bir şey yaparken bile akıllı olmak lazım. Şöyle asarız, böyle keseriz, bakın akıllı olun şeklinde önlem alıp, bu önlemi hiçbir şekilde kullanmayacağını her fırsatta belirtirsen, o önlemden sonra da ülke sınırındaki vatandaşlarının güvenliği tehdit edilmeye devam edilir. Savaşı da bu şekilde çıkarmak zorunda kalırsın.

İstanbul’da bir grup vatandaş “travestiler fuhuş binası kurmuşlar, rahatsızız” diye başlayan, bir yobik klasiği olarak “adam mısın, madam mısın belli değil” şeklinde cahilce devam eden bir protestoya girmişler. Seks işçiliği olayı karmaşık bir olay, ve “buraya geldiler, ahlakımızı bozuyorlar” şeklinde değerlendirmek her zaman çok sığ kalacaktır. Ancak zorunlu seks işçiliği daha da karmaşık bir olay. Travesti ve transseksüel vatandaş senin kapına geldi de sen onun tamamen haklı bir ihtiyacı olan “çalışma”sına yardımcı mı oldun? Anlayacağınız dilden konuşmak gerekirse, kadın kıyafeti giymiş bir adam iş görüşmesine gelse, hanginiz işe alacaksınız, veya hanginiz bu insanla aynı ortamda çalışmaktan rahatsız olmayacaksınız? Bu sorunun cevabı maalesef çok acı. Sen belki rahatsız olmazsın, ben belki rahatsız olmam, ancak biz maalesef yüzde bir bile denemeyecek kesimde yer alıyoruz. Toplum olarak LGBTT veya LGBTT’yi temsil eden herhangi bir bireyi kendimizden uzaklaştırıp onu parçası olduğumuz düzenin dışına itmek için elimizden geleni yaparken, çıkıp da “sanki biz zorla fuhuş yaptırıyoruz sana” demek düpedüz samimiyetsizlik. Bunun birilerinin onu “sen illa ki seks işçisi olacaksın” diye aktif bir şekilde zorlamasıyla, veya “bak işte, on binlerce liralık arabaya biniyorsun, bunu isteğinle yapıyorsun” demekle alakası yok. Özellikle travesti veya transseksüel bireylerin “ülkemizde” seks işçiliğine yönelmelerinin tek sebebini para olarak görmek de naiflik olacaktır. Bu insanlar en çok başka herhangi bir meslekte neredeyse hiçbir şekilde kabul göremedikleri için bu işi yapıyorlar. “İş” dediğimiz olay sadece para kazanmakla, ev kiralamakla, araba almakla eşdeğer bir şey değil. Özellikle belli bir yaşı geçmiş insanların neredeyse tüm çevresini iş arkadaşları oluşturuyor. Cinsel yönelim bakımından ortalamaya aykırı olan insan ise zaten neredeyse her zaman ailesi ve akrabaları tarafından reddedildiği için, o insanın sağlıklı bir arkadaş ilişkisi kurabileceği sadece iş yeri kalıyor. Cinsel yönelimi toplum ortalamasına aykırı olan insan iş yaşamında hak ettiği yere gelse ne olacak? Özellikle bizim ülkemizde arkasından “ibne” denilecek, hiçbir zaman diğer çalışanlarla eşit olarak görülmeyecek, başka bir sürü sorunlar yaşayacak. Yani araba almakla iş bitmiyor ve herhangi bir yönden azınlık oluşturan insanların haklarını savunurken her alanda eşitlikten bahsediyoruz.

Mehmet Ali Birand, “Türkler Avrupa’ya Açıldı, AIDS Olup Geldiler” diye özetleyebileceğimiz bir yazı yazmış. Türk vatandaşlarında son yıllarda artan “cinsel yolla bulaşan hastalık” oranı Türk vatandaşlarının artık zenginleştiklerinden dolayı yurt dışına çıkıp gelebilmelerine, dolayısıyla hastalanmalarına bağlanmış. Ben geri zekâlılıklarına ve eğitimsizliklerine bağlardım. Bu düşüncenin iki yanlışı var, birincisi ve daha az önemlisi: ecnebi bir insan bunu okuyup benimle tanıştığında, Türk olduğumu öğrendiğinde benim herhangi bir cinsel yolla bulaşan hastalık taşıdığımı düşünecek. Tamam, bu büyük bir sağlık sorunu, ama abartmayalım, bir Malta falan değiliz. İfade özgürlüğünün ve özel olarak da basın özgürlüğünün de sonuna kadar yanındayım ve “ama şu haberleri de şöyle yapmasak, böyle yapsak” diyecek değilim. Ama bunu doğru yapılmış ve habercilik etiğine uygun şeyler için demem. Yanlış kanı ve durumlarla ilgili “düz adam” yorumu verirsen yaptığın haberin, yorumun manipülatif ve gerçek dışı olduğunu söylerim. İkinci yanlış şurada: Türkler zenginleşti, zenginleşince dışarı çıktılar, pis yabancılar zaten batının ahlaksızlığına sahip oldukları için bize hastalık bulaştırdılar. O Türklerin zenginleşip gittikleri ülkelerdeki cinsel yolla bulaşan hastalığa sahip olma oranlarını götüne güvenen babayiğit bir incelesin bakalım. Görelim sorun bizde miymiş, pis Avrupalılarda mıymış. Veya Avrupa’ya, Kuzey’e falan açılan başka ülkenin vatandaşı AIDS olmuyor da, neden Türk vatandaşı oluyor? Veya nereye zenginleştik dostum, neden bu mükemmel ekonomik gelişimin ekmeğini yurt dışına çıkıp korunmasız seks yapan geri zekâlı adamlar yiyor da biz hiç nemalanamıyoruz? Ben durumu açıklayım. Türkiye her türlü devlet ve toplum baskısına rağmen, Behzat Ç.’nin bile zorla, baskıyla evlendirilmesine rağmen cinsel manada bir dengeye ulaşmaya çalışıyor. Cinsel açıdan aktif olan birey sayısı artmaya başladı, ve umuyorum ki bir on yıl, yirmi yıl sonra insan gibi yaşayan ülkelerin seviyesine ulaşacak. Cinsel yönden herkesi baskılamak, her türlü sıkıntıyı çıkartmak, çocukların ve gençlerin “seks mi, o da ne, öyle bir şey yok, varsa da evlenirsen görürsün, belki göremezsin bile” düzeyinde düşünmeleri için elden geleni yapmak bir yere kadar işe yarıyor. İnternet, teknoloji, vs. sayesinde insanlar artık neyin ne olduğunu baskıyla değil, kendi istekleriyle öğrenebiliyorlar, ve kendi kararlarını verebilecek bilinç düzeyine ulaştılar. Bu bilinç düzeyi tabii ki halihazırda ciddi şekilde devam eden devlet ve toplum baskısıyla, yıllarca gençlere aşılanmış iğrenç düşüncelerle birleşince, dünyadan etkilenip ulaştığımız cinsel açılıma zekâmızla ve eğitim seviyemizle yetişemiyoruz. Yani Türklerin AIDS olmalarının sebebi sadece toplumsal eğitimsizlik ve geri zekâlılık. Çok mükemmel bir ülke olmamızla alakası yok.

Galatasaray’da Amrabat’a çok para verilmesini sıkıntı olarak nitelendirenler olmuş. Bir insan Galatasaray diye bir kulüpte oynarken takım arkadaşının maaşından dolayı komplekse girecek kadar aptalsa hiç oynamasın zaten. İşte “Türk kafası” ile bunları aşamadığımız için son yıllarda hiçbir kayda değer başarı elde edemedik futbolda da. Kaka diye bir adamın gelebilme ihtimalinden bahsediliyor mesela, sivri zekâlının biri çıkıp “ama aldığı para adaletsizlik yaratır, diğer futbolcuların moralini bozar” diyor. Bir insan futbolcu olup, belli yerlere gelip de Kaka gibi bir efsanenin aldığı maaşın adaletsizlik yaratacağını düşünecekse zaten hiç düşünmesin, futbolu bıraksın, bir sahil kasabasına yerleşip o ana kadar kazandığı paraları yesin ömrünün sonuna dek. Belli bir miktar parayı aştıysanız, onun üstü sadece sizin kafanızdaki sayı algısıyla alakalıdır. Neymiş, Emre Çolak, Amrabat’ın dörtte biri maaş alıyormuş. Emre Çolak Amrabat’ın kalitesinin dörtte birine bile sahip değil gerçi, en azından benim görüşüm böyle. Ama Emre Çolak gidip Amrabat’tan daha kötü mü yaşıyor? Neyse, işin aslını düşününce aslında bu bile önemli değil. Şu bakkal hesabı ezikliğinden kurtulmazsak, toplum olarak kendimizi imha edelim daha iyi. Şu gelecek, “ama adaletsizlik”, bu gelecek “ama diğer futbolcular”. Bir insan kendi maaşından memnun değilse, bunu değiştirmek için uğraşır. Herkesin kendi hakkını arama hakkı var. Herhangi bir insan, herhangi bir iş yerinde, kendi durumundan ve hak edişinden bağımsız olarak, sırf “çalışma arkadaşının” aldığı maaşın yüksekliğinden rahatsız olacaksa, siktirsin gitsin, çalışmasın.

Yazıyı kapatırken naçizane birkaç öğüt vereyim. Hayatınızı çok ciddiye almayın, övündüğünüz, mutlu olduğunuz şeylerin çok da matah, önemli şeyler olmadığını kabullenmek zordur, ama mantıklıdır. Bununla birlikte başkalarının hayatlarını yeterince ciddiye alın, çünkü sizin kendinizi çok ciddiye alarak yaptığınız şeyler, haksız şekilde başkalarına zarar veriyor olabilir. Mutlak doğru yoktur, özellikle size ait doğrunun mutlak doğru olabilmesi düşünülemez.  İnsanlara saldırmadan önce onları anlamaya çalışmanız büyük ihtimalle sizi saldırmaktan vazgeçirecektir. Gündeme çok takılmayın, nasıl olsa değişecek. Yapabileceğiniz bir şey varsa zaten yapacaksınız, yoksa zaten yapmayacaksınız. Dizi izleyin, bu aralar diziler güzel.

Sevgiler…

Yusuf Salman

yusuf.salman@konseptdisi.com

Twitter

 

Bu yazı 7 Ekim 2012 tarihinde KD Dergi’de yayınlanmıştır. Orijinaline giden link buradadır: http://www.konseptdisi.com/turkiye-gundemi-ka-fa-1500/


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.