Pis 12 Eylül Darbesi! Kaka 12 Eylül Darbesi!

Darbe ne kadar kötü bir şey, değil mi… Birileri geliyor, ülkedeki düzeni bir anda alt üst ediyor, yönetime el koyuyor, kendi kafasına göre kanun çıkartıp bunu millete dayatıyor, sürekli bir yerlerde her çeşit acıları çeken insanlar falan. Evet, darbe çoğunlukla kötü sonuçlanan bir şey, bunu kabul etmezsek ayıp etmiş oluruz. Özellikle bugün lanet ettiğimiz 12 Eylül Askeri Müdahalesi’nin çok kötü bir müdahale olduğunu da özet olarak koyalım. Ancak, darbe kötüydü de, diğer her şey iyi miydi? Yani yanlış anlaşılmasın, darbeden önceki dönemden bahsetmiyorum. Darbe yapılması kötü diye, gözümüzün önünde olan her türlü olaya “ne de olsa darbe yapmıyorlar, darbe yapmadıkları sürece sorun yok” deyip geçecek miyiz?

Bazı sayılar verelim. Bu sayılara karşılık veremeyebilirim, sadece olaylar ve olgular üzerinden gideceğiz. Yılmaz Özdil kadar Google sempatim yok, zaten ileride insanlar başkalarını geri zekâlı yerine koyup benim yazılarımı “anlayana” yorumuyla paylaşsınlar isteğim de yok.

650 bin kişi gözaltına alınmış. 1 milyon 683 bin kişi fişlenmiş. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak” suçundan yargılanmış. 300 kişi kuşkulu bir şekilde ölmüş. 171 kişinin “işkenceden öldüğü” belgelenmiş. Cezaevlerinde toplam 299 kişi yaşamını yitirmiş. 16 kişi “kaçarken” vurulmuş. 95 kişi “çatışmada” ölmüş. 43 kişinin “intihar ettiği” bildirilmiş. 937 film “sakıncalı” bulunduğu için yasaklanmış. 23 bin 677 derneğin faaliyeti durdurulmuş. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istenmiş, bunlara toplam 3 bin 315 yıl 6 ay hapis cezası verilmiş. 31 gazeteci cezaevine girmiş. 300 gazeteci saldırıya uğramış. 13 büyük gazete için 303 dava açılmış. 39 ton gazete ve dergi imha edilmiş.

Bugüne bakalım. Gözaltına alınmalar, fişlenmeler, vs.ler. Bunların her türlü ispatı, belgesi kısacık bir aramayla bulunabilir. Üniversitelerde bile dekanlar mülakat listesine işaretler koyuyorlar. 300 kişi kuşkulu şekilde ölmüş demek… Bugün kaç kişi? Daha da kötüsü, binlerce kişi kuşkusuz şekilde ölüyor her yıl. Neden öldükleri gayet de belli, ama bir şey yapamıyorsun. Cezaevlerindeki durumun bugün de çok farklı olmadığını görüyoruz. “Kaçarken” vurulmayı bırakalım, elinde sandalye var diye ölen adam var. Film, dergi, gazete, kitap, vs. derken bugünkü durumu hepimiz biliyoruz. Çocukları muzır neşriyattan koruma adına zaten çocuklar için üretilmemiş kitaplara dava açılarak Fahrenheit 451 tarzı uygulamalara giriliyor. Televizyon sansürlü, gazete dediğin şey sansürlü, düz, hiçbir ilginçlik içermeyen kitap yazıyorsun, terör örgütü dokümanı muamelesi görüyor. Devlet direkt veya dolaylı sansürlemese, vatandaş tırsıp kendi kendini sansürlüyor. Kaç yüz gazeteci içerideydi acaba şu an? Çoğumuz sadece ün yapmış ulusalcıları tanıyoruz, peki adını bile duymadığımız, fikrinden dolayı içeride olan kaç kişi vardır acaba? Öğrenciler ne olacak? Üç bine yakın öğrenci içeride, ülkede bu kadar geniş bir terör ağı yayılmıştı da öğrenciler arasında, bu insanların ne suç işledikleriyle ilgili somut kanıtlar neden sunulamıyor?

Facebook’ta Red Hack haberi paylaşan (Red Hack’le alakası olup olmadığı dahi sorgulanmayan, “sırf” haber paylaştı diye evi basılan) Duygu Kerimoğlu’nun evini 70 polis basıyor, sonrası terörist muamelesi. Cihan Kırmızıgül, “suç işleyenler puşi takıyordu, sonra yolda yürürken bu adamı gördük, o da puşi takıyordu, dolayısıyla kesinlikle bu yapmış” mantığıyla 11 yıldan fazla hapse mahkûm edildi. Tek suçu o gün okula giderken takmayı seçtiği bez parçasıydı, ona 11 yıldan fazla ceza getiren, belki 100 gram ağırlığında bez parçası. Sayın Başbakanımız, His Royal Highness Recep Tayyip Erdoğan bugün kürsülerde “harçları kaldırdık, hayırlı olsun” derken, bunu geçtiğimiz yıllarda yine kimseye zarar vermeden, tamamen insani şekillerde, demokratik hakkını kullanarak dile getiren öğrenciler içeride. Başbakanı yine hiç kimseye zarar vermeden, tamamen insani şekillerde, demokratik hakkını kullanarak eleştiren öğrenciler içeride. Üstelik bu bahsettiğimiz öğrenciler protestolarını dışarıda yapanlar. Başbakan’ın görebileceği şekilde yapanların cezaları iki katına kadar çıkabiliyor.

Sokağa çıktığımızda başımıza ne geleceği belli mi? Mesela ben sokağa çıktığımda bir arabanın yanından geçerken o arabanın patlama ihtimali ortalama bir ülkeden yüksek mi? Evet. Sokakta yürürken sırf tipimi beğenmediğinden dolayı bir polis çevirip, genç, hele gel sen şuraya diyerek “tipten GBT” yapıyor mu? Evet. Bunun sonucunda onun herhangi bir şekilde gıcık olacağı, ancak kanunlara aykırı olmayan bir hareket yaparsam polisin beni çekip vurma ihtimali yüksek mi? Evet. Bu polis beni vurduktan, hatta öldürdükten sonra muhtemelen arkadaşları arasında kahraman ilan edilecek mi, ben ise neden öldüğünden bile haberi olmayan bir vatandaş olarak terörist damgası yiyecek miyim? Evet. Ya da biraz iyimser(!) düşünelim. Bu polis beni gözaltına alıp işkence edebilir mi? Evet. Kameralar tamamen şans eseri o gün bozuk çıkar mı? Evet. Siyasi görüşümden veya düpedüz hayat görüşümden dolayı bana dava açılabilir mi? Buyurun, burada açılmışı var. İnsanların özgürce fikirlerini ifade ettikleri ortamlar sanki bir şer yuvasıymış, vatana-millete ihanetin merkeziymiş muamelesi görmüyorlar mı? Herhangi bir günde, herhangi birimiz, tutuklanamaz mıyız, ölemez miyiz, işkence göremez miyiz, tecavüze uğrayamaz mıyız? Buyurun, haberler böyle örneklerle dolu.

Buyurun, şimdi de bu örnekleri, özellikle de örneklerin sayılarını, hem 12 Eylül sonrası dönemle, hem de insan gibi yaşadığını düşündüğümüz insanların ülkelerindeki sayılarla karşılaştırın. 12 Eylül iyiydi demiyoruz, ama 12 Eylül’e puh, kaka deyip, darbe sonrası olayları günlük hayatımızın parçasıymış gibi algılamaya başladığımız bu döneme bal döküp yalayacak mıyız?

Sezen Aksu meselesine gelelim. Millet sağda-solda yırtınırken, Sezen Aksu “referanduma evet diyeceğim, ayy, çok şeker” dedi. Sezen Aksu o dönemde de böyle açıklamalar yapmıştı. Yani şimdi muhtemelen 12 Eylül’e ana avrat küfreden Sezen Aksu’dan bahsediyoruz. O dönemde de gazeteler çiçek açıyordu, birileri “heleloy, çogzel bir ortam var ülkede” diyerek bir yerlerde masalarını kurup kahve içerek poz veriyorlardı. O dönem de herkes gölgesinden korkar olmuştu. O dönem de dışarı çıktığınızda başınıza ne geleceği belli değildi, gerçi bir dönem dışarı da çıkamıyordunuz; kaldı ki bu dışarı çıkamama isterse yönetim tarafından dayatılsın, isterse kişisel korkudan kaynaklansın, ne farkı var? O zaman da yönetime sesini çıkaranlar ya bir şekilde ortadan kayboluyordu, ya ölüyorlardı, ya da bir şekilde cezalandırılıyorlardı, eleştiri terör eylemine giriyordu. Şimdi ne farkı var? Şu farkı var… Artık bizi veya yakınlarımızı direkt olarak etkilemeyen olaylar yoklarmış gibi davranmaya, yaşadığımız sıkıntıları sanki yaşamamız gereken günlük şeylermiş gibi algılamaya başladık. Yani durup düşünmüyoruz, “ulan, nasıl bir muz cumhuriyetiyiz ki, her gün yüzlerce kişi belirli sebeplerle ölüyor, ve 30 yıldır buna çare bulabilmiş değiliz” diyemiyoruz. Çünkü o kadar alıştık ki her şeye… Terördü, militarizmdi, siyasetti derken asıl noktaları kaçırıyoruz en iyi niyetlimiz bile. Türkiye’nin sorunu terör veya başka bir şey de değil aslen. Türkiye’nin sorunu durup düşünmeyen bizleriz. Oysa şunu demek çok kolay:

Zaten bu kadar insan sıkıntı çekerken, neden bu kadar insan sıkıntı çekiyor?

Not: Veriler NTV MSNBC’den alınmıştır.

Yusuf Salman

yusuf.salman@konseptdisi.com

Twitter

 

Bu yazı daha önce 12.09.2012 tarihinde KD Dergi‘de yayınlanmıştır. Linki buradadır: http://www.konseptdisi.com/pis-12-eylul-darbesi-kaka-12-eylul-darbesi/


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.