Kuran’ın Değişmiş Olma İhtimali, ve İslam-Arapça ile İlgili Bilmeniz Gereken Birkaç Şey

Geriye dönüp baktığımda en son yazımı on günden uzun bir süre önce yazdığımı fark ettim. Kusuruma bakmayın, medya patronu olmak kolay değil, bir sürü işiniz oluyor. Bu yüzden benim muhteşem yazılarımı okuyup aydınlanmak için bazen haftalar geçmesi gerekebiliyor. Bu yazı aslında yeni bir yazı, ama aynı zamanda değil de. Geçtiğimiz yıl yazmıştım, ancak belki de tam anlamıyla Allah cezamı verdi ve yazıyı bir daha bulamadım. Hatırladığım kadarıyla değindiğim kısımları mümkün olduğunca yeni bir dille anlatmaya çalışacağım.

** La İlahe İllallah meselesi

Güzel dilimiz Arapça’yı yorumlarken Türk gibi yorumladığımız için birçok konuda sorun yaşıyoruz. La İlahe İllallah ifadesi zannedildiği gibi “Allah’tan başka ilah yoktur” anlamına gelmez, “tanrılar yoktur, Tanrı vardır” anlamına gelir. Dikkat ettiyseniz “tanrılar” ifadesinde küçük harf, ikinci kullanımda büyük harf kullandım. Çünkü İslam’ın da belirttiği şekliyle birden fazla tanrı olmadığı, birden fazla tanrı olursa tanrının sıradan bir şey olacağı için özel isim kullanımını hak etmediği ifade edilmiş. İkinci “Tanrı” ifadesini büyük harfle yazdığımızda ise direkt tek bir tanrı ifade ediyor, ve en basit ifadeyle “Allah” anlamına geliyor. İngilizce veya artikel kullanılan diğer dillerden birini bilenler için, Arapça “al” ifadesi “the” anlamına geliyor. The God dediğiniz zaman tartışmasız tek bir tanrıdan bahsetmiş oluyorsunuz. Yani Allah ile the God veya Tanrı ifadeleri arasındaki tek fark farklı dillerde yazılmış olmaları, anlam açısından hiçbir farkları yok. Tabii siz Kuran’ın gönderildiği dili kullanmanın size bonus kazandıracağını düşünüyorsanız o sizin tercihiniz (bununla ilgili şahsen karşılaştığım bir Kuran referansı yok, bulan beri gelsin).

** Allahu Akbar meselesi

Telaffuzu şu an için önemli değil. Burada sadece Arapça’nın ne kadar muhteşem bir dil olduğunu inceleyeceğiz. Bu da zannedildiği gibi Allah Büyüktür veya Kemalist Türkçesi ile Tanrı Uludur anlamına gelmiyor. Buradaki ifade “Tanrı daha büyüktür” ifadesi tam çevirisiyle. Neden mi? Çünkü Tanrı büyüktür, ancak bir gökdelen veya bir fil de büyük, yani Tanrı büyüktür ifadesi tek başına bir mana ifade etmiyor. “Tanrı en büyüktür” ifadesi ise mana olarak sakat bir ifade. Tanrı en büyüktür dediğinizde sanki karşılaştırabileceğiniz kendi seviyesinde başka şeyler varmış da, o şeylerin en büyüğü oymuş gibi bir anlam çıkıyor, ancak İslam Tanrı ile ilgili herhangi bir kategorizasyona veya karşılaştırmaya izin vermeyi din açısından Tanrı’nın varlığına ve birliğine hakaret olarak görüyor. Bu yüzden Tanrı daha büyüktür deniyor ki, bu da “boşuna uğraşma, aklının hayalinin alabileceği bir karşılaştırma yok” demek oluyor. Bu, matematikteki açık bir küme gibi. Tanrı daha büyüktür dediğin zaman Tanrı’yı o kümenin sınırı olarak kabul ediyorsun, ve ne yaparsan yap, açık bir kümede olduğun için o sınıra değemiyorsun, işte öyle karşılaştırılmaya müsait olmayan bir sınır olduğu ifade ediliyor (matematikçi arkadaşları gülümsetebildiysem ne mutlu bana).

** Arapların da aslında Kuran’a çok hâkim olamamaları sorunsalı

Arapça’yı temel olarak ikiye ayırabiliriz. Fasih Arapça, ve bölgesel Arapça. Fasih dediğimiz Arapça (Fusha) Kuran’ın dilbilgisini referans alan, resmi olarak okumak/yazmak için kullanılan Arapça’dır. Resmi belgelerde, gazetelerde, haber bültenlerinde, vs.de bu Arapça’yı – Kuran’da kullanıldığı şekilde yazılmasa da- görürsünüz. Ancak konuşma dili olan Arapça bölgeden bölgeye farklılık gösterir. Örneğin özellikle ülkemizde dini eğitim veren yerlerde kullanılan dilbilgisi fasih olsa da, telaffuz şekli Mısır Arapçası’na çok çok yakındır. Olayı çözmüş insanlar konuşma dilinin en iyisinin Lübnan-Suriye civarında kullanıldığını savunurlar genellikle. Neyse, buraları geçelim. Kuran’ın kullandığı Arapça’nın en muhteşem Arapça olduğu iddiasına gelelim. Bu iddia kesinlikle doğrudur, çünkü Kuran’ın şu an kullandığı yazım şekli anadili Arapça olmayanların bile rahat ve kusursuz okuması için oluşturulmuştur, ve Kuran manzum bir eserdir. Ancak… Bir eserin manzum ve melodik olması muhteşem bir eser olmasına tek başına yardımcı olamamaktadır. Ibn-Malik’in yapı olarak benzer bir eseri olan al-Khulasa al-Alfiyya’yı varsa tüm Arapça okuma bilginizle okumanızı tavsiye ediyorum derdim, ancak etmiyorum. Meşhur bir eser olması ve Arapça hocamın derste bahsetmesi sonucu merak edip incelemeye çalışmıştım, gerçekten tem bir eziyet. Neyse, Kuran’daki Arapça neden mi muhteşemdir kısaca? Muhteşemdir, çünkü günümüz Arapça’sının temelleri Kuran ile atılmıştır. Arap ülkeleri hâlâ da çok “yazılı dile alışık” toplumlardan oluşmuyorlar, kültürleri müsait değil. Ancak Kuran önceki dönem tamamıyla içler acısı yazılı dil açısından. Koca bir dilin neredeyse tüm özelliklerini tek bir kitaba dayandırınca o kitap doğal olarak o dilde yazılmış en iyi kitap oluveriyor. Ancak Araplar da “bizim kadar kıt ve bilgisiz olmasalar da dil konusunda”, konuşma dilleri, resmi dilleri de dahil olmak üzere Kuran’dan farklılaşmış olduğu için, bizden çok anlasalar da, çok çok çok anlamıyorlar.

Konuyla ilgili muhteşem insan Adrian Saunders’ın paylaşmış olduğu bir anekdotu vereyim. Adrian reyiz bir gün Mısır’a gidiyor, fasih Arapça konusunda bir sıkıntısı yok gibi (kendisi daha sonra Arapça’sını iyice geliştirip yıllar yıllar sonra bizi sınıfta karşılayacaktır). Ancak çarşıda, pazarda kullanabilmek üzere çeşitli kelimeler ezberliyor, ve pazarda pazarcıya bir şeyler söylüyor. Pazarcı ise “sadakallahul azim” şeklinde cevap verip gülümsüyor. İşte günümüz konuşma dili Arapçası ile Kuran Arapçası arasındaki farkı anlatan belki de en sevimli örneklerden biri budur.

** Muhteşem Kuran’a referans verme meselesi

İzlediğiniz dini bir programda, veya dini olmayan ama din de tartışılan bir programda bir din bilimcinin, veya camiye gittiğinizde vaaz veren bir imamın, bir ayeti önce Arapça’sından okuyup, sonra Türkçe’sini söylediğine denk gelmişsinizdir. Hiç dediniz mi, “yahu, madem Türkçe’sini okuyacaksın, ben Arapça’yı zaten anlamıyorum, okusan da okumasan da referansım senin ifade ettiğin şey olacak, niye ekstradan okuyorsun?” Bazılarınız demişsinizdir, veya dememiş olsanız, pek takmamış olsanız bile insanların tek ve sabit bir üslupla bu eyleme her seferinde aynı şekilde giriştiklerini ister istemez fark etmişsinizdir. Panik yapmayın! Yusuf Salman buna da çare olacak! Bu “önce Arapça’sı, sonra Türkçe’si” olayı, ciddi bir İslam geleneğinden geliyor: Kuran önünde açık değilse, Kuran’dan bahsetmeyeceksin, çünkü yanlış yapabilirsin, ve bu da sana koyabilir. İşte neredeyse hepsi dindar olan ülkemiz din bilimcileri(!) ve hepsinin dindar olması beklenen imamları, size Kuran’dan bahsederken, yanlış yapmış olmayalım, orijinalinde böyle yazıyor diye size bir de Arapça’sından okuyorlar. Tüm sebebi bu. Hani bunu bilmeyen, sırf gelenek diye yapan, sırf babası öyle öğretti diye, başka imamlar öyle yaptı diye yapan, sırf Arapça okuyabildiğini ve anlayabildiğini ifade etmeye çalıştığı için yapan, vs. yapan yok mudur, tabii ki vardır. Ülkede cahil birçok kişi var, cahil imam neden olmasın!

** Kuran’ın muhtemelen değişmiş olması sorunsalı

İslam dünyasının en büyük gurur kaynaklarından biridir kitaplarının eksiksiz ve değişmemiş olması. Zira özellikle Hıristiyan dünyası zaten bir dönem kendi kitabını kendisi elemiş, değiştirmiştir, ve bunu kabul etmektedir. Ancak, din bilimi açısından incelendiğinde Kuran’ın en azından “eksiksiz” olmadığı görülecektir. Hz. Muhammed zamanında “vahiy tamamlanmadığı için” toparlanmayan kuran kısmet çeşitli kişilerin (sahabeden) hafızalarında, kısmen ise deri veya başka nesneler üzerine yazılmış şekilde bulunuyordu. Hem hafızaya atılmış kısımların, hem de yazıya dökülmüş kısımların bazıları birden fazla kişide, bazıları tek bir kişide bulunuyordu. Hz. Muhammed öldükten sonra “vahiy tamamlanmıştır” kabul edilip her şey tek bir kitapta (Mushaf denir) toplanılmaya çalışıldı. Hz. Ebubekir önderliğinde toplanan vahiy kâtipleri ve dönemin “ulema”sı, Kuran’ı önce yazılı olan kısımlardan, sonra ezberden yazıya geçirilen kısımlardan kaynak alarak tek bir parça haline getirdiler. Ancak hem yazılı, hem ezber kısımlarda tek tük de olsa değişiklikle vardı, ve kitabı tek parça haline getiren insanlar bunu tartışarak, “doğrusu şu olmalı” diyerek zaman zaman genel mantık ile, zaman zaman da geçmişteki olaylara ve referanslara dayanarak mümkün olduğunca kesinlik sağlayıp gerçekleştirdiler. Ancak yaşayan veya merhum vahiy katiplerinden gelen kaynaklarla kesinleştirilemeyen noktalar vardı, ve buralara işaretler koydular.

Kuran’ı Arapça’sından okuyanlar özellikle fark etmişlerdir ki, bazı sayfaların sağında-solunda bu tarz işaretler vardır. Bu işaretler belli bir ayetin/kısmın eksik olması veya kesinlikle öyle olduğuna karar verilememiş olması anlamına gelir. Dolayısıyla İslam dünyası Kuran’ın değişmiş olabileceğini kabul etmese de, eksik veya karar verilemeyen kısımları olduğunu kabul eder. Lütfen konuyla ilgili “sen Kuran’la ilgili şöyle şeyler uyduruyorsun” diye gelmeyiniz, bu bilgileri en basit İslam tarihi kitabında bile bulabilirsiniz. Yani ben demiyorum. Kaldı ki Kuran’ın içeriğini değil, yapısını konuşuyoruz şuracıkta. Neyse… İnsan hatasının doruklara çıkabileceği en önemli noktaya (Hz. Osman sonrasına) gelmeden önce bir özet geçelim. Ayetlerin önemli bir kısmı hafızlar tarafından “akılda” tutuluyordu, bu birinci insan müdahalesidir. Buhari’nin yer verdiği bir bilgiye göre ayetleri ezberleyenlerin önemli bir kısmı daha sonra dinden dönme nedeniyle çıkan kargaşa ve savaşlar sırasında ölmüşlerdi, bu ikinci insan müdahalesidir. Hz. Ebubekir zamanında görevlendirilen Zeyd Ibn-Sabit ve “çalışma grubu” tarafından incelemeler, araştırmalar ve tartışmalar yapılarak Kuran’ın mümkün olan en kesin şekliyle ortaya konulup toparlanması olayı üçüncü insan müdahalesidir.

Dördüncü insan müdahalesi Hz. Osman zamanında gerçekleşmiştir. Lehçe farklarından ve aktarımlardan kaynaklanan problemlerin çözülmesi amacıyla, Hz. Osman tüm nüshaları inceleterek bu nüshaları tek bir nüshaya indirgetmiştir (Hz. Ömer’in kızı Hafsa’nın sakladığı nüshaya sadık kalınmıştır). Geri kalan nüshalar karışıklığa yol açmamaları için yakılmış (bazı kişilerin bunların bir kısmını sakladıkları rivayet edilir, ki olasıdır – muhtemel 5. İnsan müdahalesi), tek ve gerçek kabul edilen nüsha çoğaltılarak çeşitli bölgelere yollanmıştır.

Şimdi gelelim bu “son” nüshanın en büyük problemine. Bu son nüshada noktalama ve “teşkil” bulunmamaktaydı. Yani Arap harfleriyle az – çok muhatap olmuş olanların bileceği gibi, b harfi ile s harfi (s-t arası peltek bir sesle okunur) aynı şekil ile ifade ediliyordu. Daha sonra bunun okumayla ilgili problemlere yol açacağı düşünülüp Dört Halife Dönemi’nden sonra harflere nokta eklendi. Bu da yeterli görülmeyip Arapça’da sesli harfleri temsil eden, bugünkü resmî “yazılı Arapça”da kullanılmayan “teşkil” eklendi. Böylece anadili Arapça olanların yanlış yapmasını önlemek için harfler noktalanmış, anadili Arapça olmayanların yanlış yapmasını önlemek için harekelenmiş bulunuyordu. Success! Mi acaba?

Kuran’ın yapısıyla ilgili bugün en önemli sorun, biraz önce bahsettiğim 4.5 insan müdahalesine ek olarak, ilk nüshasının noktasız oluşturulmuş olması olarak kabul edilebilir. Zira günümüzde bir ayetten bahsettiğimde karşıdan gelen “bir harf bile çok değişiklik yaratıyor, başka çevirilere baktın mı” ifadesine genellikle katılmasam da (ki bakmış oluyorum başka çevirilere genellikle…), üç harfli bir kelimeyi onlarca değişik “anlamlı şekle” sokabilecek “harflerin noktasız oluşu” gibi bir problemi görmezden gelemeyeceğimizi düşünmekteyim. O kelimenin girebileceği bir o kadar çok “anlamsız şekil” Arapça’ya hâkim biri tarafından fark edilebilir ve düzeltmesi yapılırken, noktalanırken sadece anlamlı şekiller gözetilmiş de olabilir. Ancak bu anlamlı şekillerin hangisinin seçileceğine, o kadar ayet arasında ne kadar kesin ve gerçekçi şekilde karar verilmiş olabilir?

Bununla ilgili olarak Kuran’ın müzikal bir eser olmasını kaynak olarak gösterenler de var, ancak bunu çok basit bir deneyle çürütebiliriz. Çok sevdiğiniz bir Serdar Ortaç şarkısını (en kafiyelisi onlar oluyor diye örnek veriyorum, yanlış anlaşılmasın) bazı kelimeleri azıcık değiştirerek okuyup, yine de kafiyeli ve müzikalitesi şaşmamış bir eser(!) elde edebiliyorsunuz. Yani müzikaliteden de kurtaramadık. 600 civarı sayfalı bir kitabı, Arapça gibi karmaşık bir dilde, yazılı dilin yeni yeni gelişmeye başladığı sıkıntılı bir dönemde anlamsal olarak “kesinlikle toparlayabilmiş” olmak da çok gerçekçi gözükmüyor. Yani “context”ten den kurtaramadık.

“Karar sizin” demek isterdim, ancak karar sizin değil. Yukarıda bahsedilen tarihi bilgiler her türlü eski veya modern kaynaktan teyit edilebilir, yani bilimsel verilerdir, ve İslam dünyası tarafından, ve hatta “İslam alimi” denilen kişiler tarafından da yüzyıllardır kabul görmekte olan gerçeklerdir. Birazdan yapacağım temel istatistiksel çıkarımcıklar dışında hiçbir kişisel görüş, yorum içermemektedir. Kuran’ın eksik ve kısmen tartışmalı olduğunun zaten Kuran üzerinde belirtildiğini söylemiştik, çıkarımım ise aynı zamanda değişmiş olduğudur. Önemli bir kısmı savaşta ölen insanların ezberlerinden, ağaç kabuklarından, deve kemiklerinden toparlanıp, üzerinde “tartışılıp karar verilerek” tek bir Mushaf haline getirildikten sonra, birçok değişik versiyonu ortaya çıkmış, ve Hz. Ömer’in kızında bulunan versiyonu gerçek kabul edilmiş (mesela neden bu da, diğerleri değil?), daha sonra diğer nüshalarının da bazı kişilerce saklandığı iddia edilen, ve noktalama ve harekeleme gibi bugün çok temel olarak kabul ettiğimiz “okuma araçlarının” bile yıllar yıllar sonra yine “tartışılarak ve karar verilerek” eklendiği bir kitap, kanımca “çok çok çok büyük ihtimalle” değişmiştir, ve değişmesinin İslam görüşüyle, inançla yorumlanacak bir tarafı yoktur. Sonuçta Kuran’ın yapısından bahsederken kimin sözü olduğundan, neyi ifade ettiğinden bahsetmiyor ve bunu tartışmıyoruz (başka meselelerde tartışıyoruz da, çaya da bekleriz). Allah’ı ve Peygamber’i otomatikman kusursuz kabul ettik. Sahabeyi de kusursuz kabul etsek bile aradaki Muaviye ve tayfasını, halifeleri, halifelerin çocuklarını, vs.yi de “kesinlikle kusursuz” kabul edersek, bence çok çok abartmış olacağız. Teknik olarak, bahsettiğimiz kişilerin hepsi “insan” oldukları için, ve çok uzun bir dönem boyunca Kuran tarih çizgisine bu “insan”lardan çok çok girdiği ve her biri farklı müdahalede bulunduğu için, Kuran çok büyük ihtimalle değişmiştir diyebiliyoruz.

Umarım bu konuda ve yukarıda bahsettiğim konularda kafanızdaki herhangi bir soru işaretine cevap ışığı olabilmişizdir.

Sevgiler…

Yusuf Salman

yusuf.salman@konseptdisi.com

Twitter

 

Bu yazı 5 Ağustos 2012 tarihinde KD Dergi‘de yayınlanmıştır ve orijinalinin linki şudur: http://konseptdisi.com/yusuf-salman/kuran%E2%80%99%C4%B1n-de%C4%9Fi%C5%9Fmi%C5%9F-olma-ihtimali-ve-islam-arap%C3%A7-ile-ilgili-bilmeniz-gereken-birka%C3%A7-%C5%9Fey


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.