Çarşıdan Aldım Bin Tane, Birini İslami Derneklere Bağışladım

Rahmetli Neco’nun dediği gibi, “kanlı mı olacak, kansız mı olacak?” Şu Araplar kadar olamıyoruz saçmalıkları sürüp gidiyor günlerdir, ve ben yorgunluktan ve yerimden kalkmaktan üşendiğimden, telefonumda aylardır boş boş durmakta olan wordpress olayına abanıyorum ilk defa falan. Tabii bir kere falan küçücük şiir yazmışlığım var ama, uzun yazı işi çok daha kasıyor sanki. Kanlı-kansız meselesine dönersek, biraz da götümüz yemediği için bir boka yaramayan bir toplum olduğumuzdan mütevellit, bayılıyoruz Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelere.

What the fuck is wrong with you, bitches? Değişim hiç de şaşırtmayan bir şekilde kanlı oluyor tabii. Dış güçler müsaade etseler, Arap biraderlerimiz diktatörlerini asmak suretiyle daha da rahatlayacaklar. Uçan spagetti canavarına şükürler olsun ki henüz müsaade etmediler. Arap dünyasındaki gelişmeler eşekten inip ata binmeyi vaadeden gelişmeler değiller. Köpekten inip kediye biniyor adamlar, ki kedi daha dengesiz ve manyak bir canlıdır bileceğiniz üzre. Dünya şeriat dünyası oluyor gittikçe, ve herkes “anne ben devrim gördüm! Hihih negzel” kafalarında. Türkiye’ye şeriat gelmez, ama bu adamların ülkelerine geliyor zaten, yapacak bir şey yok kafası çok da ayrı bir kafa tabii.

Bununla birlikte “arap baharı” diye adlandırılan eksik oluşumun cahillikten kaynaklanmayan yorumları genelde müslümanlıktan kaynaklanıyor. Bir türlü toz konduramıyoruz ya İslam’a… Üzerindeki İslam övücülüğünü atabilse belki de ülkenin en iyi köşe yazarı sayılacak Mustafa Akyol’dan “kurtuluş İslam’da” içerikli yazı okumaktan ben bıktım, adam yazmaktan bıkmadı. Sorun dinde değil insanda şeklindeki samimiyetsizliğe daha ne kadar devam edeceğiz? Daha önce de davet ettim, şimdide ediyorum sizleri samimi olmaya. Ne kırmızı çizgileri, ne de çok semirmiş değerleri olan bir adamım. Yani sizi yargılamıyorum, yargılamak da istemiyorum. Yalnızca kendine karşı dürüst olabilmiş, “evet kardeşim, benim dinim böyle, ve ben buna inanıyorum, dinimi yaşamak için de onu senin gözünde sevimlileştirmek zorunda değilim” diyebilmiş insanlar görmek istiyorum.

İslam gibi kaynak olarak çok katı olmasa bile kültür olarak çok katı bir şekilde günlük yaşama -inanmayanların yaşamları da dahil- müdahale eden bir dinin demokrasiyle, hakla, özgürlükle bağdaştırılmaya çalışılmasını anlamıyorum. Tabii ki İslam’ın görünürde resmi tek kaynağı olan Kuran günlük yaşama katı müdahalelerde bulunmuyor, ama üzerinden çıkarım yapılarak oluşturulan kültür ve kurallar bütününün katı müdahaleleri meşrulaştırmasını bırakalım, “dayatması”, bize aslında Kuran’ın direkt olarak dayatmada bulunmasa bile özünde katı olduğunu gösteriyor. Çünkü Kuran bu dayatmaları diretmekten çok daha kötü bir şey yapıyor, “bir üst yargı organı olarak izin veriyor”. Ki günümüz şeriat anlayışına bakarsak, Kuran’ı hiç okumamış olsak da bu çıkarımı yapmamak işten değil. Zira İslam kendi dışındaki olayların bile kendi perspektifinden incelenmesini dayatan bir din. Yani inanmayanların inanmamalarının kişisel problemleri olmasını bile bir şekilde dönüp dolaşıp İslam’a bağlayabiliyor.

Şimdi bu noktaya Libya’nın geçici yönetiminden gelen “looking forward to a democratic Islamic country that will make use of the experiments of the Turkish” şeklindeki açıklamadan geliyorum (Al Jazeera haberidir). Çevirirsek “Türklerin deneylerinden faydalanan demokratik bir İslam ülkesini dört gözle bekliyoruz” gibi bir şey oluyor. Tabii ki şahsım adına “ya bir siktirin gidin” demek istiyorum. Çünkü burada çok bariz iki hata var. Önce birazcık terminolojik gidelim. Müslüman ülke tabiri çok iyimser bir tabir olabilir. Müslüman ülke üzerinde Müslümanlar yaşayan ülke demektir. Bu da güzel İngilizcemizde Muslim country şeklinde belirtilebilir. Müslüman ülke tabiri belirtici işlev görür ve özünde direkt olarak ayrılık belirtmez. Lakin, İslam ülkesi İslami usullerle yönetilen ülke demektir. Türkiye’ye baktığımızda, her ne kadar rejim açısından söyleyemesek de, şöyle bir topluma bakınca müslüman ülkesi diyebiliriz. Ama Türkiye, İstanbul’da alkol kullanmanın artık “de facto da olsa” yasak olmasına, sokakta öpüşmenin “de facto da olsa” yasak olmasına, domuz eti satmanın “de facto da olsa” yasak olmasına rağmen bir İslam ülkesi değildir. Tabii ısrarla kullandığımız “de facto” yakında kalkarsa olacaktır, o ayrı. Bununla birlikte tabii ki “şeriat gelecek” korkusu yersizdir, zira şeriat çoktan gelmiştir, o da ayrı. Belediye’ye ait mekandaki yeme-içme tesisi Ramazan’da kapalı oluyorsa gelmiştir demeye çalışıyorum, veya polis sokakta kendi kendine “gençler samimi olmayalım” şeklinde tavır koyabiliyorsa. Neyse, birinci hata Türkiye’nin Müslüman ülke değil, İslam ülkesi olarak nitelendirilmesi. Tabii direkt olarak nitelendirilmiyor ama Türklerin yaptıklarını örnek alıp İslam ülkesi kuracağız demek ne anlama geliyor hepimiz biliyoruz.

İkinci hata, “demokratik İslam ülkesi” şeklindeki oksimoron. Böyle bir şeyin mümkün olmadığıyla ilgili Twitter üzerinden sevgili Burak Yalım ile tartışır gibi olduk, ama 140 karakter kesmediği için bu yazıya da ekleyim dedim. Demokratik bir Müslüman ülke mümkündür. Çünkü Müslüman sadece özellik belirtir, kimlik belirtmez, özellikle de bir ülke için. Fakat demokratik bir İslam ülkesi mümkün değildir. İslam ülkesinden kasıt açıktır ki “İslamî şeriat ile yönetilen” ülkedir. Böyle bir ülkenin demokratik olma imkanı olabileceğini düşünmek bile saçmalamaktır, zira Şeriat’ın var olduğu yerde, Şeriat kurallarının uygulanabilmesi için geri kalan tüm kural ve düzenlemelerin Şeriat ile uyumlu olmaları gerekir. Şimdi kısaca Libya’da yaşayan bir Hıristiyan düşünelim. Libya’da bir İslam devleti kurulması bu adamın da İslam’i hukuka göre yaşama zorunluluğunu getirecektir. Başka hiçbir şey demiyorum, çünkü mesele çok açık.

Arap dünyası, hızlı bir şekilde köpekten inip kediye binmektedir. Ve bu durumun etkilerini önümüzdeki yıllarda açıkça göreceğiz. Dünyaya şeriat geliyor, evet, geliyor, e halk da böyle istiyor büyük oranda. Ama bir ülkenin %99’unun eşcinsel olması, benim de bir erkekle sevişmemi gerektirecek. Sorun da burada. Yani bir kişi bile itiraz edecek olsa (ki kesinlikle olacak), kalkıp da “ama bu halkın iradesi” diyemiyoruz. Kanımca Libyalıların ve diğerlerinin Türkleri örnek alıyoruz dediği yer şu: AKP’nin yaptığı gibi %50’nin karşısında bir %50 daha olmasına rağmen, sadece bir yön için “halkın iradesi” ifadesini kullanıp demokratik gözükmek. Çok klişe bir yorum yapacağım: Demokrasi çoğunluğun diktatörlüğü değildir. İşte bu yüzden Arap kardeşlerimize (birçoğunuzun aksine, Arap’ları sadece insan oldukları için kardeşim olarak nitelendiriyorum, Müslüman oldukları için değil) acıyorum maalesef. Onları çok kötü günler bekliyor. E zaten kötüydü diyeceksiniz, evet, öyleydi, ama daha da kötü olacak. Hiçbir zulüm din ile meşrulaştırılmış zulüm kadar ağır olamaz. Yanacaklar, ölecekler…

 

Not: Başlarda WordPress’ten bahsetmemin nedeni yazıya öyle başlamamdır. Bu yazı ilk olarak KD’da yayınlanacak, haftaya da kendime ait WP sitemde yayınlanacaktır. Bilginize.

Not 2: Bir belediye yönetimi, özellikle çok göz önünde bir belediye yönetimi saçma sapan eylemlerde bulunduğunda buna özellikle bu ülkenin hükümeti göz yummamalıdır. Önce bu ülkenin hükümeti müdahale etmelidir. Bu yüzden, bir belediye yönetiminin, özellikle çok göz önünde bir belediye yönetiminin saçma sapan eylemlerde bulunması öncelikle hükümetin suçu ve sorumluluğudur.

 

Sevgiler…


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.