Telefon Denilen Alet

Aleksandır amcamızın icat ettiği ilk versiyondan bahsetmeyeceğim tabii ki. Konu cep telefonu. İnsanlar evlerinde değillerken, hatta bazen evlerindeyken bile, onların evlerinde veya iş yerlerinde olup olmadığını bilmediğimiz zamanlar için bire bir muhteşem bir icat! Öncelikle özellikle sevgili arkadaşımız Seçkin için söylüyorum: cep telefonlarıyla ilgili piyasada dolaşan radyasyon temalı mesajların tamamı doğru değil. Yani şöyle söyleyeyim, bildiğimiz televizyondan, o kadar mesafeden aldığımız radyasyon bile, kulağımıza dayadığımız bir cep telefonundan kat be kat daha fazla. Tabii yeni çıkan televizyonlarda bu olay biraz düzeltilmiş, ama yine de şu an deri koltuğunda kurulup plazma HD televizyonunu büyük bir zevkle izleyen herkes bu televizyonlar çıkmadan önce, yani hayatlarının önemli bir bölümünde tüplü televizyon izlemişliği olan insanlar. Ki ‘bu devirde’ bile evinde yeni model, daha az radyasyon yayan televizyonlardan bulundurmayan birçok insan var. Benim ailemin evinde yok mesela. Ki benim televizyonum bile yok, o da başka bir ilginçlik olarak gözükebilir… Neyse…

Cep telefonlarının aslında ne kadar masum şeyler olduğundan çok bahsettik. Şimdi ne kadar yararlı olduklarından da kısaca bahsedeyim. Bir kere mekandan -kapsama alanı içerisinde- tamamen, zamandan da kısmen soyutlanıyorsunuz. Yani ben bu herifi arıyorum da, acaba telefonun başında mı gibisinden dertler çokça azalıyor. Ki cep telefonu olan insanlar şarjları bitmediği, telefonlarını kasten kapatmadıkları veya telefonlarını yanlışlıkla bir yerlerde unutmadıkları zamanlarda teoride tamamen ULAŞILABİLİR insanlar oluyorlar. Ve bu da, her ne kadar geleneksel iletişim anlayışına ve insanlar arası ilişkilere zarar verdiği iddia edilse de, mükemmel bir iletişim fırsatı oluşturuyor. Eskisi gibi bir insanla buluşacağınızda birkaç gün sonraya gün verip, o insanın işi falan çıktığında sizi haberdar edememesinden kaynaklanan bir ağaç olma tecrübesine maruz kalma ihtimaliniz çok düşük. Sonra SMS diye bir şey var. Saat kaç olursa olsun, yaz ve gönder, sabah kalkınca, veya gün içinde telefonunu açınca görsün. Smartphone denilen minik bilgisayarcıklar sayesinde hayatımın kaç kez kurtulduğundan bahsetmeme bile gerek yok… Ama “herhangi bir cep telefonu”ndan bahsettiğim için o olaya girmeyi dahi düşünmüyorum zaten. Tabii bir insanın teknolojiyi reddetme özgürlüğü ve hakkı her zaman var. Bu hakkı sınırlayan tek şey de yine geleneksel toplumsal kaygılar ve ahlak anlayışı. Bir de yine çok ilginç bir ayrıntı var. Bizim ülkemizde böyle bir kanunsal düzenleme var mı emin değilim ama, birçok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkede “eğer evinize telefon bağlatıyorsanız,” imzaladığınız sözleşmeyle veya zaten var olan kanunlarla teknolojiyi reddetme özgürlüğünüz elinizden alınıyor. Yani telefonunuzun fişini çekmeniz, evde olmanıza rağmen telefonunuzu açmamanız, sesini falan kısmanız tek kelime ile: YASAK!

Bu ayrıntıları da belirttikten sonra olayın kişisel ve ahlaki boyutuna değinmek istiyorum. Birisi sizi aradığında telefonunuzu -özellikle arayan kişinin kim olduğunu bildiğiniz zaman- açmamanız, aradığını veya mesaj attığını görmediğiniz zamanlar için “sonradan fark ettiğinizde” ona bir şekilde dönmemeniz sizin maalesef ki karşısındaki kişiye saygı göstermeyen, umursamaz, kalitesiz bir insan olduğunuzu gösteriyor. Evet, gösteriyor. Üstelik kontörünüzün, kredinizin, paranızın, vs.nizin olmaması kesinlikle ama kesinlikle geçerli bir mazeret değil. Ki mazereti geçtim, bahane bile olamaz. Yıllar yıllar önce, cep telefonlarının yeni yeni herkesin kullanabileceği düzeye inmelerinden sonra hatırlarsanız çağrı atmak eylemi doğdu. Yani mesajlaştığınız veya konuştuğunuz zamanlar dışında, arkadaşlarınıza çağrı atardınız, onlar da size çağrı atarlardı. Böyle gereksiz, yavşak bir mutluluk oluşurdu ortamda. İyi ki bu adet kısa süre içinde kayboldu. Çağrı atmanın da o zamanlar sadece “bak ikimiz arkadaşız falan ya, birbirimizi ipliyoruz” şeklinde bir anlamı vardı. Bu yüzden neredeyse tüm cevapsız aramalara da çağrı atılarak karşılık verilirdi. Bu yavşaklık zamanında şahsımı da derinden rahatsız etmiştir, neyse ki bitti. Hala birbirine çağrı atarak mutlu olan arkadaşlarımız varsa onlara da kafam girsin bu vesileyle. Çağrı atmanın günümüzde çok daha resmi ve katı bir anlamı var. “Benim kontörüm yok, veya çok az, o yüzden sen beni aramalısın.” Yani sizi aramış veya mesaj atmış birine geri dönmeniz fiziksel imkanların eksikliğinden dolayı mümkün değilse çağrı atıyorsunuz, o sizi bir şekilde arıyor. Hiç değilse yolda görünce “bana çağrı atmışsın” diyor. Facebook’tan mesaj atıyor, MSN’den yazıyor, e-mail atıyor. Çağrı olayını da geçtim, ödemeli arama diye bir şey var. Arkadaşın telefonunu ödünç alıp “bak arkadaşımdan arıyorum, kısa bir konuşmayla sana geri dönebilirim” yöntemi var.

Günlük telefon konuşmalarının veya textlerin tamamına yakınının anlamsız, ve çoğunlukla gereksiz olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu yüzden arayan veya mesaj atan kişiyle iletişim kurma gerekliliği konuşulacak konunun önemliliğinden veya gerekliliğinden kaynaklanmıyor. Gerekliliğin sebebi tamamen etik. Bakın yukarıda koca bir paragraf yazdım. Ki paragraftan da öte, bir insana nasıl ulaşabileceğinizle ilgili, masraflarımı karşılarsanız, size kocaman bir kitap bile yazabilirim. Peki arkadaşlar, cep telefonu artık hayatımızın bir parçası olmuşken, ve insanlara ulaşabilmemiz için elimizde onlarca, yüzlerce, belki binlerce imkan varken, neden “geri dönmüyoruz” amına koyim? Kimse kusura bakmasın bile demeyeceğim. Açıkça söylüyorum. Bir insanın iletişim talebini iletişim dışındaki yollarla reddetmek, yani iletişimin kendisini reddederek reddetmek, saygısızlık, pespayelik, hemzeminlik, kısacası kepazeliktir. Bu sizin ne kadar boktan bir insan olduğunuzu gösterir. Bu sizin, renksiz, kokusuz bir aside doğru yürüdüğünün farkında olmayan bir karıncayı ufak bir parmak hareketiyle kurtarmaya bile tenezül etmeyen, rezil, iğrenç bir insan olduğunuzu gösterir. Mesela şu an ne yapıyorum, içinde benim de bulunduğum, aslında herkesin bulunduğu, “iletişim çabası zaman zaman reddedilen” insanlara sözcü olarak, iletişmeyi reddeden insanlara çemkiriyorum. Ve bunu yine bir iletişim yöntemiyle, internet ve yazı kullanarak yapıyorum. Ben bu yazıyı yazmak için yarım saat / bir saatimi harcamaya üşenmiyorum, ama an geliyor, bir arkadaşım mesaj atıyor, amannn ne gerek var diye cevap vermiyorum. Ve bu ayrıntıyı sırf tarafsız bir yazı yazayım, arada öz eleştiri de yapayım diye vermiyorum. Olayın bu kadar saçma, ama bu kadar yaygın ve bu kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyorum.

Mesela şöyle bir örnek vereyim. Örnek kadın-erkek olayına indirgensin de çarpıcı olsun diyorum aslında. Geçen yıl tanıştığım bir kız vardı. Kendisiyle özellikle felsefe çevresinde dönen, arkadaş grubu içerisinde çok güzel tartışmalara falan girmiştik. Bir gün arkadaşlarla dışarı çıkarken kendisini de çağırayım dedim, aradım, başka bir arkadaşına sözü varmış -en azından söylediği kadarıyla-, o yüzden gel(e)medi. Sonra çok çok alakasız, acayip bir konuyla ilgili birkaç gün sonra tekrar aradım. Telefonunu açmadı, duymamıştır vs. şeklinde iyi niyetli olarak birkaç saat sonra yine aradım. Yine açmadı. Sonra aramadım. Önümden, beni göremeyeceği bir açıdan geçerken elinde telefonunu tutuyordu, yani aradığımı fark etmemesi mümkün değildi. Ve bu olayı çok garip buldum. “Neden açmıyosun ki telefonunu” dedim ufak bir mesajla. Bakın ne kadar iyi niyetli, ne kadar karşısındaki insana saygı duyan, ne kadar über davranan bir insanım. Gelen cevap karşısında kanım dondu resmen. “Neden açmadığımı biliyosun”du mesajın içeriği. Kanımın donması da tabii ki kendisine karşı, kişisel bir şey değildi. Sadece toplumun ne halde olduğunu bazen ne kadar iyi bilirseniz bilin, toplum öyle bir halde ki, bildiğiniz şeyi bile gözlerinizle görünce şaşırıyorsunuz. Bu arkadaşımız, sadece kendisini bir kere “arkadaşlarımın da bulunduğu” bir ortama çağırdım, ve belki de arada yüz yüze konuşmalarımızda iyi davrandığım, bakın samimi demiyorum, iyi diyorum, için “kendisine asıldığımı” sanmış. Neden böyle düşünmüş? Çünkü o bir kadın, ve ben bir erkeğim. Ve toplumsal durumlar kadınlarla erkeklerin adam gibi oturup konuşmasına, arkadaş ortamlarında sevişmeden, yiyişmeden iletişim kurmasına izin vermiyor değil mi? Hay ben sizin de, toplumunuzun da yağmurlu havada burnundan içeri usulca sızan toprak kokusunu sikeyim. Eğer gerçekten bir tanrı varsa, kesinlikle zamanının büyük bir bölümünü beni böyle insanlarla karşılaştırmak için harcıyor olmalı. Mal mısınız oğlum? Özellikle kadınlar için, maalesef ki, kendisine asıldığını zannettiği kişinin telefonuna cevap vermek, onunla sevişmeyi kabul etmek anlamına geliyor salak bir şekilde. Ki biz bu “bugün elini veren…” şakalarını ilkokulda yapardık lan. Bu kadar mı ilkelsiniz, bu kadar mı paranoyak, bu kadar mı geri zekalısınız?

Buradan şlop diye, kadınların iletişim konusundaki ilkelliklerine atlayabilirim. Bunda tabii biz erkeklerin de büyük ölçüde suçumuz var. Kadın yüzyıllardır hep kovalanan, hep istenen ama çoğu zaman istemeyen kişi olduğu için günlük hayatta çeşitli hayallere dalmaktan alamıyor kendini. Yani kendisiyle iletişim kuran veya kurmak isteyen kişi kim olursa olsun “kovalayan” damgasını yeme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. Sonuçta da “ben bu kişiye iyi davranırsam beni yanlış anlar” gibisinden çocukça, gerzekçe ve narsistçe triplere dalıyor kadınlar. Böylece çok tanımadığınız bir kadın ile -entelektüel veya günlük- bir sohbete atılma girişiminde bulunurken, ona saati sorarken, çakmağını ödünç alırken, ders notlarından fotokopi çekme isteğinde bulunurken gereksiz zorluklarla karşılaşıyorsunuz. Ve karşınızdaki kadının zihniyetinin büyük ihtimalle böyle olduğunu bilmenin verdiği bir gerilim oluyor üzerinizde. Bu sefer aynı paranoyaya siz de giriyorsunuz. Halbuki sadece saati soracaksınız, değil mi? Toplumun kuralları içine işlemiş milyarlarca erkekten biriyseniz, ve saati merak ediyorsanız, karşıdan yürüyen insanlara saati sormak istiyorsanız ne yaparsınız? Etrafta kadınlar ve erkekler eşit sayıda dağılmışlarsa bile, eminim ki %99’unuz farkında olmadan gidip erkeklere soruyorsunuz saati. Aynı şekilde kadınsanız da, çoğunuz bir kadına soruyorsunuz saati. Ben mesela, sırf bu anlattığım sebeplerden, etrafta bir tane bile kadın varsa, kesinlikle ona sormaya çalışıyorum saati. Ve saat sorduğum, adres sorduğum kadınların kafadan %75-%80’i, “afedersiniz, saatiniz var mı?/afedersiniz, şuraya nasıl gidebilirim?” cümlesinin afedersiniz kısmını duyar duymaz “fark etmeden” yüzlerini buruşturuyorlar. Onların bu kadar gerzek olduklarını görmek, itiraf etmeliyim ki, bana sapıkça bir mutluluk aşılıyor.

Cinsiyet meselesinden bu kadar bahsetmemin nedeni de iletişimsel sorunların genelde “kadın-erkek” ve “kadın-kadın” arasında yaşanması. Şu ana kadar 23 yıllık yaşamımda birçok farklı ortamda, siyasi tabirle “mahallede” bulundum. Çevrem de oldukça geniştir. Tabii ki bu beni mükemmel bir uzman yapmasa da, gözlemlerimin güvenilirliğini arttırır diye söylüyorum. Bunun feminizmle falan alakası yok. İki erkek, halk arasında “bekar evi” diye tabir edilen bir evde, bir öğrenci evinde veya bir yurt odasında çok sorun yaşamadan yıllarca yaşayabiliyor mesela. Ama iki kadın veya bir kadın – bir erkek kısa zamanda kavgalar, anlaşmazlıklar yaşayarak yollarını ayırabiliyor. Sonuç olarak, bir telefona cevap vermek her ne kadar anlamsız ve sikko bir şey gibi dursa bile, bir insana selam vermek kadar basit, yapılabilir, ve yapılası bir şey. Yani yolda gördüğünüz bir insanın selamını kafanızı öteki tarafa çevirerek karşılık vermekle, sizi aradığında açmamak, veya aradığını gördüğünüzde ona geri dönmemek arasında bir fark yok. Bu günlük hayatın, ve teknolojinin getirdiği ahlaki bir sorumluluk. Ki normal şartlarda ahlaka ve toplumsal kaygılara karşı biri olarak bunu upuzun bir yazıyla dile getirme nedenim konunun “istemeyerek, çok zorlanılarak uygulanan ahlaki sorumluluk”lardan değil, uygulaması çok basit, aslında çok manasız ve zararsız şeylerden olmasındandır. Dediğim gibi, sosyopat falan olmayan bir insan biraz önce bahsettiğim karıncayı ufak bir parmak hareketiyle asitten uzaklaştırma eylemini hakkında düşünmeye bile gerek olmadan, çoğu zaman bir refleks olarak bile yapar, yapmalıdır da. Gereksiz kaygılara, saçma salak düşüncelere gerek yok. Bu yazı ile de kimseye kişisel bir saldırıda bulunmuyorum. Sonra bana gelip “aaa geçen gün senin mesajına/mailine/telefonuna geri dönmedim, sen benim ağzıma sıçmışsın, ne pis, ne yiğvranç bi herifsiiiin” demeyin. Ben düşündüğümü, kaygılanmadan söyleyen bir adamım. Daha beş dakikadır tanıdığım bir adama “abi ben seni hiç sevmedim ya” derim. Beş dakikadır tanıdığım kadına normal bir konuşma sırasında aklımdan geçtiyse “çok güzel bacakların var, dokunabilir miyim?” derim. Sizin hakkınızda da biraz önce paragraflarca bahsettiğim şekilde düşünüyorsam zaten çoktan düşünegelmişimdir. Yani bozulmak yok, varsa da sikimde değil açıkçası. Düşünüyorsam söylerim. Hadi kendinize iyi bakın.


Comments

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.